WhatsApp

Fas Turizm Blog

İbn Battuta Kimdir?

İbn Battuta’nın Hayatı ve Seyahatleri İbn Battuta İbn Battuta (tam adıyla Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Levatî et-Tancî; 24 Şubat 1304, Tanca – 1368/1369, Fas), 14. yüzyılda yaşamış Faslı (Mağripli) Berberî gezgin, seyyah ve âlim. Modern öncesi dönemde dünyanın en çok seyahat eden kişilerinden biri olarak kabul edilir. 1325-1354 yılları arasında yaklaşık 29 yıl boyunca Afrika, Orta Doğu, Endülüs (İber Yarımadası) ve Asya’nın büyük bölümünü dolaşmış; yolculuklarının toplam mesafesi 120.000 kilometreyi (75.000 mil) aşmıştır. Bu mesafe, aynı dönemlerde yaşayan ünlü seyyah Marco Polo’nun katettiğinin çok üzerindedir. İbn Battuta, seyahatleri sırasında birçok ülkede kadı (İslam hukuk hâkimi) ve elçi gibi görevler üstlenmiş; karşılaştığı toplumların dinî, sosyal ve kültürel hayatını yakından gözlemlemiştir. Gezi anılarını, Arapça kaleme alınmış Rıhle (رحلة, Yolculuk) adlı ünlü seyahatnamesinde toplamış ve bu eser dünya tarihinin en detaylı ortaçağ seyahat raporlarından biri haline gelmiştir. İbn Battuta’nın 1325-1354 arasındaki seyahat güzergâhını gösteren harita. Bu 29 yıllık yolculuklar boyunca Battuta, Fas ve Mali’den Çin’e, Konstantiniyye’ye (İstanbul) ve Maldiv Adaları’na kadar uzanan toprakları ziyaret etmiştir. Harita, Dünya Tarihi Ansiklopedisi’nden Simeon Netchev tarafından çizilmiştir. Hayatı İbn Battuta, 1304 yılında Fas’ın kuzeyindeki Tanca (Tangier) şehrinde doğdu. Ailesi Berberî kökenli Levâte kabilesindendi ve aslen bugün Libya’da bulunan Berka (Barka) bölgesinden Tanca’ya göç etmişti. Aile üyeleri kuşaklar boyu kadılık mesleğini icra etmiş, Marinîler (Merînî Sultanlığı) döneminde önemli hukukçular yetiştirmiştir. İbn Battuta da çocukluğundan itibaren dönemin geleneklerine uygun bir medrese eğitimi aldı; Kur’an-ı Kerim’i ezberledi ve Kuzey Afrika’da yaygın olan Maliki fıkıh okulunda şer’î ilimler tahsil etti. 1325 yılında, 21 yaşındayken bilgi birikimini artırmak ve hac farîzasını yerine getirmek arzusuyla doğup büyüdüğü Tanca’dan yola çıktı. Daha sonra kaleme aldığı hatıratında, bu yolculuğa tek başına çıktığını, anne ve babasını geride bırakmanın kendisi için ne kadar zor olduğunu duygu yüklü ifadelerle anlatmıştır. Seyahatleri İlk yolculuklar: Kuzey Afrika’dan Hicaz’a (1325–1326) İbn Battuta, 2 Receb 725 (14 Haziran 1325) tarihinde Tanca’dan ayrılarak ilk seyahatine başladı. Kuzey Afrika kıyılarını takip eden bir hac kafilesine katılıp Cezayir, Tunus ve Libya üzerinden ilerleyerek yaklaşık 9 ay sonra Mısır’a ulaştı. İskenderiye şehrine 5 Nisan 1326 tarihinde vardı ve burayı “korunaklı liman, şaşılacak derecede mamur bir şehir” sözleriyle övdü. İskenderiye’de tanıştığı mutasavvıf şeyh Burhaneddin el-A’rec, ona Hindistan ve Çin gibi uzak diyarları da görmesini öğütledi. Ardından Kahire’ye (o dönemde Memlük Sultanlığı’nın başkenti) giderek Nil Nehri boyunca bir süre Mısır’ı dolaştı. Kızıldeniz üzerinden Arabistan’a geçme girişimi, bölgedeki karışıklık nedeniyle başarısız olunca tekrar Kahire’ye döndü. 1326 yazında Şam (Şam, günümüzde Şam – Suriye) bölgesine doğru yola çıkıp Kudüs, Halep, Hama, Antakya gibi şehirleri ziyaret etti. 9 Ağustos 1326’da Şam şehrine ulaşarak burada Ramazan ayını geçirdi ve tanınmış âlimlerden icazet aldı. Sonrasında hac kafilesine katılarak Arap Yarımadası’na yöneldi ve 17 Kasım 1326 tarihinde Mekke’ye varıp ilk hac görevini tamamladı. Böylece planladığı 16 aylık hac seyahatini gerçekleştirmiş ancak hemen memleketine dönmek yerine, İslam dünyasında daha önce gitmediği diyarlara doğru yeni yolculuklara atılmaya karar vermiştir. Irak, İran ve Doğu Afrika (1327–1330) İbn Battuta, ilk hac deneyiminin ardından Aralık 1326’da Mekke’den ayrılarak Irak ve İran topraklarına doğru yola çıktı. Bağdat’ta Abbasi halifesinin himayesindeki ilim çevreleriyle tanıştı, oradan İran coğrafyasına geçerek İsfahan ve Şiraz gibi şehirleri ziyaret etti. İran’da İlhanlı hükümdarlarının saray çevresinde gelişen olaylara şahitlik etti; örneğin Şiraz’da öğrendiği anekdotlar üzerinden bazı Moğol hanlarının Sünnîliğe geçişi ve İlhanlı Devleti’nin dağılma süreci hakkında önemli bilgiler aktardı. 1327 yılında tekrar Bağdat üzerinden kuzey Mezopotamya’ya geçerek Musul, Nusaybin, Mardin gibi şehirleri dolaştı. Bu bölgede Artuklu Sultanı Melik Salih Gazi’nin imar faaliyetlerini övgüyle kaydetmiştir. İbn Battuta 1328-1330 yılları arasında hac ibadetini yerine getirmek üzere üç kez daha Mekke’ye dönmüş, böylece hayatı boyunca toplamda 6 hac ziyareti yapmıştır. 1330 yılında Mekke’deki son hac görevinden sonra, Kızıldeniz yoluyla Yemen ve Doğu Afrika taraflarına seyahat etti. Cidde’den bindiği gemi fırtınaya yakalanınca Kızıldeniz’in karşı kıyısındaki Zebîd (Yemen) şehrine çıkmak zorunda kaldı. Yemen’de Taiz, San’a ve liman kenti Aden’i ziyaret ederek burada Resulî sultanı Melik Nûreddin Ali ile görüştü. Aden, İbn Battuta’nın Hint Okyanusu ticaret yollarına açıldığı önemli bir limandı. Aden’den bir ticaret gemisine binerek Afrika sahillerine doğru ilerledi; Zeila’ (günümüzde Zeyla, Somali) ve Mogadişu (Somali) şehirlerine uğradı. Daha güneyde Mombasa (Kenya) ve Kilwa (Kilve, Tanzanya) Sultanlığı’na kadar ulaşarak Doğu Afrika’nın hareketli limanlarını gördü. İbn Battuta bu kıyı şehirlerinin uluslararası deniz ticaretindeki ileri düzeyini hayranlıkla anlatır; Afrika sahillerindeki Müslüman sultanlıkların Hint ve Arap dünyasıyla yoğun ekonomik ilişkiler içinde olduğunu vurgular. 1330 yılı sonunda tekrar Arap Yarımadası’na dönerek Mekke’de beşinci hac ibadetini gerçekleştirdi. Anadolu ve Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa (1330–1333) Beşinci hac yolculuğunun ardından İbn Battuta, bu kez Hindistan’a gitmeyi planlıyordu. 1330’da Cidde Limanı’ndan Hindistan istikametinde gemiyle ayrıldı; ancak Kızıldeniz’deki şiddetli bir fırtına yüzünden rotasını değiştirmek zorunda kaldı. Tekrar Kahire üzerinden Şam diyarına geçti ve Lazkiye (Latakia, bugün Suriye) limanından bir Ceneviz gemisine binerek Anadolu’ya yöneldi. Alanya’ya (o dönemde Alâiye) ulaştıktan sonra 1330-1331 yıllarında Anadolu topraklarını dolaştı. Antalya, Eğirdir, Denizli, Muğla, Bursa ve İznik gibi birçok şehre uğrayarak Anadolu’daki beyliklerin siyasi ve sosyal durumunu yakından inceledi. Bu dönemde Anadolu’da Ahîlik teşkilatının varlığı ve etkisi üzerine değerli gözlemler aktarmıştır. İbn Battuta, Anadolu şehirlerinde Hanefî mezhebinin hâkim olduğunu, Ahîlerin ticarî ve toplumsal yaşamda önemli bir rol oynadığını belirtir. Konya’yı ziyaretinde Mevlânâ Celaleddin Rumi’den “şair şeyh” olarak bahsetmiş; Birgi’de Aydınoğlu Umur Bey’in Haçlılar’a karşı mücadelesine tanık olmuştur. Anadolu gezisinin ardından kuzeye yönelen İbn Battuta, Sinop’tan bir gemiyle Karadeniz’i geçerek Kırım yarımadasına ulaştı. Kırım’daki Suğdak (Sudak) limanında Altın Orda Devleti’nin hüküm sürdüğü Deşt-i Kıpçak topraklarına adım attı. Özbek Han’ın sarayında misafir edilerek han ve çevresiyle görüştü; hanın himayesinde Volga Nehri (İtil) civarındaki Saray ve Bulgar şehirlerini ziyaret etti. İbn Battuta, Volga Bulgar Hanlığı bölgelerinden kuzeydeki “Karanlıklar Ülkesi”ne (muhtemelen Sibirya) gitmek istemiş ancak şartlar elvermediği için bu noktadan öteye geçememiş, sadece duyduklarını eserine not etmekle yetinmiştir. 5 Temmuz 1332 tarihinde İbn Battuta, Özbek Han’ın Bizans prensesi eşi Bayalun’un memleketine dönüş kafilesine katılarak bir ay süren yolculuk sonucunda Konstantiniyye’ye (o dönemde Konstantinopolis, günümüzde İstanbul) ulaştı. Bizans İmparatoru III. Andronikos ile bizzat görüşen İbn Battuta, imparatoru eserinde “Tekfur bin Ciryis” şeklinde anmakla birlikte İstanbul’da Ayasofya başta olmak üzere pek çok Bizans eserini ve şehrin kozmopolit hayatını gözlemlediğini aktarmıştır. İstanbul, onun gördüğü ilk Hristiyan yönetimindeki büyük şehir olup burada İslam dünyası ile Bizans arasında kültürel etkileşimin canlı şahidi olmuştur. İbn Battuta kısa süren bu ziyaretinin ardından Karadeniz üzerinden yeniden Altın Orda topraklarına dönerek doğuya, Orta Asya’ya doğru yöneldi. Orta Asya ve Hindistan (1333–1341) 1333 yılı sonbaharında İbn Battuta Orta Asya’ya varmış bulunuyordu. Transoxiana (Maveraünnehir) bölgesinde Buhara, Semerkant gibi kültür merkezlerini ziyaret etti. Semerkant yakınlarında o dönemin Çağatay Hanı Tarmışirin (Tarmashirin) ile görüştü ve hanın Moğol asilleri arasındaki konumuna dair gözlemlerini detaylı biçimde kaydetti. Orta Asya’dan güneye ilerleyerek bugün Afganistan topraklarında bulunan Kabil ve Gazne üzerinden Hindukuş Dağları’nı aştı. 12 Eylül 1333’te Hindistan alt kıtasına ulaştı; İndus Nehri’ni geçerek o dönemde Delhi Sultanlığı sınırlarına girdi. Hindistan’da hüküm süren Tuğluk Hanedanı Sultanı Muhammed bin Tuğluk, İbn Battuta’yı sarayında kabul ederek himayesine aldı. 1334 yılında Delhi’ye gelen seyyah, burada sultanın kadısı (şeriat hâkimi) olarak atandı ve yedi yılı aşkın bir süre bu görevde bulundu. Delhi’de kaldığı yaklaşık 10 yıl boyunca Sultan Muhammed Tuğluk’un güvenini kazanan İbn Battuta, bir yandan da Hindistan’ın siyasi, ekonomik ve kültürel yapısını yakından inceledi. Seyahatnamesinde Delhi Sultanlığı’nın idari sistemi, mali uygulamaları, istihbarat ve ulak teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgiler vermiş; ayrıca Hint toplumunun inanç ve adetlerine dair gözlemler aktarmıştır. Onun tasvirlerine göre Delhi, devrin en görkemli ve kozmopolit şehirlerinden biri olup burada İslam dünyasının birçok bölgesinden gelen alimler ve farklı dinlerin mensupları bir arada yaşamaktaydı. Güneydoğu Asya ve Çin (1342–1346) İbn Battuta 1342 yılında Hindistan’dan ayrılmaya karar verdiğinde, Sultan Muhammed Tuğluk ona Çin’e elçi olarak gitmesini teklif etti. Seyyah bu teklifi memnuniyetle kabul ederek Delhi’den doğu istikametine doğru yola çıktı. Kuzeydoğu Hindistan’da Bengal ve Assam bölgelerinden geçip Bengaldeş kıyılarında seyahat ettikten sonra, 1345’te Çin Denizi’ne ulaştı. Bu yolculuk sırasında Hint Okyanusu adalarını da görme fırsatı buldu: Maldiv Adaları (İbn Battuta’nın eserinde Dîvetü’l-Mahl veya Zehibetü’l-Mehel olarak anılır) üzerinde 18 ay kadar kalarak burada da kadılık yapmıştır. Maldiv halkının dindarlığını ve yumuşak başlı oluşunu övmekle birlikte, özellikle kadınların giyim kuşamının İslamî tesettür ölçülerine gevşekçe uyduğunu şaşkınlıkla dile getirir. Maldiv’de kaldığı süre boyunca bir adanın yöneticisi konumuna yükselen İbn Battuta, adaların örf ve adetleri ile ticari hayatına dair pek çok ayrıntı aktarmış, bu tropik toplumun yaşayışını kayıt altına almıştır. Maldivler sonrasında Sri Lanka’ya (o dönemdeki adıyla Seylan veya Serendib adası) geçerek ünlü Serendib Dağı’na tırmandı; burada Hazret-i Adem’e atfedilen devasa ayak izini gördü ve Budistlerden Müslümanlara kadar farklı din mensuplarının bu kutsal mekanı ziyaret edişini anlattı. Seylan’dan sonra Bengal üzerinden Malay Yarımadası’na ve oradan Sumatra adasına giden İbn Battuta, deniz yoluyla Güneydoğu Asya’yı kat ederek 1345 yılı civarında Çin kıyılarına ulaşmıştır. Kendi anlatısına göre sefer sırasında gemileri bir ara Hintli korsanlarca saldırıya uğrayıp yağmalanmış, bir başka seferinde fırtınada bazı gemileri batmış ve can kayıpları yaşanmıştır. Tüm zorluklara rağmen seyyah, Çin’in güneyindeki Zeytun limanına sağ salim varmayı başardı. Kaynaklarda Zaytun adıyla geçen bu liman kenti, günümüzde Çin’in Quanzhou şehri olup İbn Battuta buradan Çin’in iç kısımlarına seyahat etmiştir. Moğol kökenli Yuan Hanedanı’nın hüküm sürdüğü Çin İmparatorluğu’nda imparatorun özel konukları arasında yer aldı, hatta Pekin civarındaki sarayına kadar ulaştı. Seyahatnamesinde Çin’de kullanımda olan kâğıt para sistemi, imparatorluk posta teşkilatı, porselen ve ipek üretimi gibi hususlara geniş yer verir. Çin’deki gözlemlerine dayanarak Yuan yönetiminin yabancı tüccarlara ve Müslüman topluluklara hoşgörüyle yaklaştığını, Çin şehirlerinin zenginlik ve ihtişamını dile getirmiştir. 1346 yılı sonlarında Çin’den ayrılan İbn Battuta, Malay adalarına geri dönüp oradan Hindistan sahillerine yönelmiş; ardından Basra Körfezi üzerinden tekrar Orta Doğu’ya dönmüştür. 1348 yılında altıncı ve son kez Mekke’ye giderek hac yaptıktan sonra 1349’da deniz yoluyla Tunus üzerinden memleketi Fas’a ulaştı. Endülüs ve Mali seyahatleri (1349–1354) 1349 yılının sonlarında Fas’a dönen İbn Battuta, ülkesine kavuştuğunda anne ve babasının artık hayatta olmadığını öğrenmişti. Yaklaşık bir sene Fas’ta kalarak yol yorgunluğunu atan seyyah, 1350 yılında Endülüs (İber) topraklarına bir seyahat gerçekleştirmeye karar verdi. O sırada Hristiyan Kastilya Krallığı ile Müslüman Gırnata (Granada) Emirliği arasında gerginlik yaşanıyordu. İbn Battuta, Cebelitarık Boğazı üzerinden İber Yarımadası’na geçip kısa süreliğine Granada’yı ziyaret etti; Endülüs’ün Müslüman halkı ve idarecileriyle tanıştıktan sonra Fas’a geri döndü. Endülüs gezisinde Marinî sultanlarının bu coğrafyaya duyduğu ilgiyi, Granada hükümdarlarıyla yakın ilişkilerini ve İberya’daki siyasi durumu detaylı biçimde aktarmıştır. İbn Battuta’nın son büyük seyahati, Sahra Çölü’nü aşarak Batı Afrika içlerine ulaşmasıdır. 1353 yılında Fas Sultanı’nın iznini alarak bir kervanla Fas’tan güney yönünde yola çıktı. Kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Büyük Sahra’yı geçerek Sudan (o dönemde Batı Afrikalılar için “Sudan” siyah Afrikalıların diyarı anlamında kullanılıyordu) bölgesine girdi. İki aylık zorlu çöl yolculuğu sonunda Mali İmparatorluğu sınırlarına ulaştı; Nijer Nehri kıyısındaki Timbuktu ve Gao şehirlerini ziyaret etti. Burada Mali’nin hükümdarı Mense Süleyman (Mansa Süleyman) ile görüştü; bu sayede o dönem Batı Afrika’daki güçlü bir İslam devletinin saray yaşamını ve idari yapısını bizzat gözlemleme imkanı buldu. İbn Battuta, Mali’de karşılaştığı toplumların örf ve adetlerini, özellikle kadınların toplumsal konumunu, altın ticaretine dayalı ekonomik zenginliği gibi konuları eserinde ayrıntılı olarak işlemektedir. Büyük Sahra’nın güneyindeki bu bilad as-sudan (siyahlar ülkesi) bölgesine dair verdiği bilgiler, bu döneme ait en önemli birinci el kaynaklar arasındadır. Yaklaşık 2 yıl süren Batı Afrika seyahatinin ardından, 1355 yılında Fas Sultanı Ebu İnân’ın çağrısı üzerine Fas’a geri dönen İbn Battuta, böylece 29 yılda tamamladığı dünyaca ünlü seyahatlerini noktalamış oldu. Seyahatname (Rıhle) ve Yazımı İbn Battuta, memleketi Fas’a döndükten sonra seyahat anılarını yazıya geçirerek ölümsüzleştirmiştir. 1354 yılında Fas Sultanı Ebu İnân (Ebû İnân Faris), sarayında İbn Battuta’yı dinleyip gördüğü yerlerin ayrıntılı bir kaydının tutulmasını istemiştir. Bu amaçla sarayın katibi, Granada asıllı ünlü yazar İbn Cüzey el-Kelbî (İbn Juzayy) görevlendirilmiştir. İbn Battuta, 1355-1356 yılları arasında İbn Cüzey’e gezip gördüğü beldeleri, tanıştığı insanları ve başından geçen olayları anlatmış; İbn Cüzey de bu anlatılanları sistematik bir seyahatname metni olarak kaleme almıştır. Ortaya çıkan eser, Arapça dilinde yazılmış kapsamlı bir seyahatname olup tam adı Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve Acâ’ibü’l-Esfâr (تحفة النظار في غرائب الأمصار وعجائب الأسفار) şeklindedir. Eserin bu uzun ismi “Şehirlerin Harikalarına ve Seyahatlerin Acayipliklerine Bakanlara Sunulan Armağan” anlamına gelir. Seyahatname yaygın olarak kısaca er-Rıhle (yolculuk) veya İbn Battuta’nın Rıhlesi şeklinde anılır; zira rıhle kelimesi Arapça’da seyahatname türünü ifade eden bir terimdir. İbn Battuta seyahatleri sırasında herhangi bir günlük veya not defteri tutmadığını, hatıralarını tamamen hafızasından aktardığını belirtir. İbn Cüzey, eserin önsözünde “Şeyh Ebû Abdullah (İbn Battuta) ne anlattıysa maksadını tam karşılayan ifadelerle kaleme aldım; yer yer onun kendi sözlerini olduğu gibi aktardım. Naklettiği hikâyelerin gerçekliğini araştırıp sınamaya girişmedim” diyerek, anlatılanları büyük ölçüde aynen yazdığını fakat doğruluklarına dair bir inceleme yapmadığını ifade etmiştir. Bu durum, İbn Battuta’nın anlattığı bazı olağanüstü olayların ve duyumlara dayalı rivayetlerin sorgusuz esere girdiği anlamına gelir. Nitekim seyahatname yayınlandığında Fas’ta bazı kişiler onun anlattıklarına inanmakta güçlük çekmiş, hatta her şeyi uydurduğunu ileri sürenler olmuştur. Yine devrin tanınmış tarihçilerinden İbn Haldun, başlangıçta İbn Battuta’nın anlattıklarına şüpheyle yaklaştığını, ancak sonradan bir vezirin ikazıyla onun gerçekten bu seyahatleri yapmış olabileceğini kabul ettiğini yazar. Modern araştırmalar, İbn Battuta’nın anlattıklarının büyük oranda doğru ve tutarlı olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle İbn Battuta’nın detaylı betimlemeleri sayesinde, gezdiği dönemdeki birçok İslam ülkesi ve komşu bölgelerin tarihine ışık tutulmuştur. Bununla birlikte, Rıhle’nin bazı bölümlerinde İbn Battuta’nın aslında görmediği yerler hakkında, kendinden önceki eserlerden alınma tasvirlere yer verdiği tespit edilmiştir. Örneğin Şam’daki Emevî Camii’nin mimarisi veya Mekke’de hac törenlerinin ayrıntıları anlatılırken, 12. yüzyılda yaşamış Endülüslü seyyah İbn Cübeyr’in seyahatnamesinden alıntılar yaptığı anlaşılır. İbn Battuta, metin içinde zaman zaman bu tür alıntıları kaynak belirterek aktarır; bu nedenle bunlar intihal sayılmaz ancak eserin derleme niteliğini gösterir. Seyahatname, ilk yazıldığı dönemde Arap dünyasında okunsa da uzun süre geniş bir coğrafyada pek bilinmemiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı şarkiyatçılar esere büyük ilgi göstermiş; Fransız araştırmacılar C. Defrémery ve B. R. Sanguinetti 1853-1858 yıllarında Rıhle’yi Fransızcaya tercüme ederek bilim âlemine kazandırmıştır. Ardından İngilizce, Almanca gibi dillere de çevrilen eser böylece dünya çapında ün kazanmıştır. Günümüzde İbn Battuta’nın seyahatnamesi, ortaçağ İslam dünyası coğrafyası ve kültürü üzerine birinci elden benzersiz bir kaynak kabul edilmektedir. Tarihsel Önemi ve Mirası İbn Battuta, Orta Çağ İslam dünyasının coğrafi ufuklarını adeta somutlaştıran bir kişiliktir. 14. yüzyılda Mağrip’ten Çin’e uzanan coğrafyada, farklı medeniyetler arasında köprüler kuran bir seyyah olarak döneminin küresel gezgini sayılabilir. Kendi ifadesiyle seyahate çıkarken amacı sadece hac görevini yapmak değil, aynı zamanda “İslam’ın ulaştığı bütün beldeleri ziyaret etmek, ilim adamlarıyla görüşüp onlardan ilim almak ve dünyayı tanımak” idi. Nitekim gezileri neredeyse bilinen dünyanın tamamını kapsadı ve hiçbir önceki seyyah onun katettiği mesafeye ulaşamadı. Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir değerlendirmede kendisine “Arap ve Müslüman seyyahların prensi” unvanı verilmiştir. Bu unvan, onun İslam seyahat geleneğindeki eşsiz yerini vurgulamaktadır. İbn Battuta’nın yolculukları, İslam dünyasının Darü’l-İslam anlayışıyla ne denli geniş bir coğrafyayı kuşattığını da ortaya koymuştur. 14. yüzyılda Müslüman tüccarlar ve alimler, Fas’tan Orta Afrika içlerine, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya uzanan bir ağ oluşturmuşlardı. İbn Battuta, bu ağ üzerinde seyahat ederken gittiği hemen her yerde din kardeşliği ve misafirperverlik sayesinde karşılanmış, böylece dönemin ulaşım ve iletişim imkanlarıyla bile son derece uzun mesafeleri aşabilmiştir. Onun hikâyesi, küreselleşme olgusundan yüzyıllar önce dahi ticaretin, inancın ve diplomatik ilişkilerin toplumları birbirine bağladığının canlı bir kanıtıdır. Seyyahımız, gittiği ülkelerde sıradan bir gezgin olmaktan öte, çoğu zaman kadı, elçi veya hükümdarların mihmandarı gibi roller üstlenmiştir. Bu sayede sıradan insanların ulaşamayacağı saraylara, ilim meclislerine ve kültürel etkinliklere tanık olmuş; gözlemlerini büyük bir açıklıkla kaleme alabilmiştir. Örneğin Delhi’de yıllarca kadılık yaparak devlet yönetimini içeriden gözlemlemiş, Maldiv Adaları’nda yerli halkın arasına karışıp onların dilini ve törelerini öğrenmiştir . Çin’de imparatorluk idaresinin yabancılara yaklaşımını veya İstanbul’da Bizans sarayının görkemini de aynı rahatlıkla inceleyebilmiştir. İbn Battuta’nın seyahatnamesi, tarih, coğrafya ve antropoloji açılarından son derece kıymetli bilgiler içerir. Eserde geçen şehir tasvirleri, sosyal adetler, giyim kuşam, yeme içme alışkanlıkları ve yönetim biçimlerine dair kayıtlar, 14. yüzyıl dünyasının kültürel çeşitliliğine ışık tutar. Örneğin İbn Battuta, Anadolu’da kadınların pazarlarda etkin rol alıp ata binerek cesur bir tavır sergilediğini, Türk ve Moğol ülkelerinde soylu kadınların toplum hayatındaki statüsünü vurgular. Mali’de bazı bölgelerde anaerkil bir düzen olduğunu, soy ve mirasın anne tarafınca belirlendiğini gözlemlemiştir. Maldiv Adaları’nda katil yakalanıp cezalandırılmadan maktulün defnedilmediği geleneğini veya Çin’de imparatorların cenaze törenlerinde cariyelerin diri diri gömüldüğünü dehşetle aktarır. Bu tür örnekler, onun eserini ortaçağ toplumlarının bir etnografik envanteri haline getirmektedir. Bu sebeple bazı araştırmacılar İbn Battuta’yı ilk antropologlardan biri olarak niteler. İbn Battuta’nın ölüm tarihi konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, çoğu kaynağa göre 1368 yılında Fas’ta vefat ettiği, diğer bazı kaynaklara göre ise 1377’ye kadar yaşadığı rivayet edilir. Fas’ta Fes şehrinde veya doğum yeri Tanca’da vefat etmiş olabileceği belirtilir; Tanca’daki eski medine bölgesinde İbn Battuta Türbesi olarak bilinen bir kabir bulunmaktadır. Ölümünden yüzyıllar sonra bile İbn Battuta’nın ünü yaşamaya devam etmiş; özellikle kendi kültür coğrafyasında unutulmaya yüz tutmuş seyahatnamesi, 19. yüzyıldan itibaren Batılı seyyahlar ve bilim insanlarının keşifleri sayesinde tekrar değer kazanmıştır. Günümüzde İbn Battuta, “Orta Çağ’ın en büyük gezgini” olarak anılmakta ve Marco Polo ile birlikte dünya seyahat tarihinde müstesna bir konuma yerleştirilmektedir. 14. yüzyılda kaleme aldığı Rıhle, dönemin dünyasına açılan benzersiz bir pencere olmayı sürdürmekte; onun izlenimleri modern tarihçiler tarafından küresel ortaçağ dünyasının birleşik bir tablo halinde anlaşılmasına hizmet etmektedir.   İbn Battuta İbn Battuta (tam adıyla Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Levatî et-Tancî; 24 Şubat 1304, Tanca – 1368/1369, Fas), 14. yüzyılda yaşamış Faslı (Mağripli) Berberî gezgin, seyyah ve âlim. Modern öncesi dönemde dünyanın en çok seyahat eden kişilerinden biri olarak kabul edilir. 1325-1354 yılları arasında yaklaşık 29 yıl boyunca Afrika, Orta Doğu, Endülüs (İber Yarımadası) ve Asya’nın büyük bölümünü dolaşmış; yolculuklarının toplam mesafesi 120.000 kilometreyi (75.000 mil) aşmıştır. Bu mesafe, aynı dönemlerde yaşayan ünlü seyyah Marco Polo’nun katettiğinin çok üzerindedir. İbn Battuta, seyahatleri sırasında birçok ülkede kadı (İslam hukuk hâkimi) ve elçi gibi görevler üstlenmiş; karşılaştığı toplumların dinî, sosyal ve kültürel hayatını yakından gözlemlemiştir. Gezi anılarını, Arapça kaleme alınmış Rıhle (رحلة, Yolculuk) adlı ünlü seyahatnamesinde toplamış ve bu eser dünya tarihinin en detaylı ortaçağ seyahat raporlarından biri haline gelmiştir. İbn Battuta’nın 1325-1354 arasındaki seyahat güzergâhını gösteren harita. Bu 29 yıllık yolculuklar boyunca Battuta, Fas ve Mali’den Çin’e, Konstantiniyye’ye (İstanbul) ve Maldiv Adaları’na kadar uzanan toprakları ziyaret etmiştir. Harita, Dünya Tarihi Ansiklopedisi’nden Simeon Netchev tarafından çizilmiştir. Hayatı İbn Battuta, 1304 yılında Fas’ın kuzeyindeki Tanca (Tangier) şehrinde doğdu. Ailesi Berberî kökenli Levâte kabilesindendi ve aslen bugün Libya’da bulunan Berka (Barka) bölgesinden Tanca’ya göç etmişti. Aile üyeleri kuşaklar boyu kadılık mesleğini icra etmiş, Marinîler (Merînî Sultanlığı) döneminde önemli hukukçular yetiştirmiştir. İbn Battuta da çocukluğundan itibaren dönemin geleneklerine uygun bir medrese eğitimi aldı; Kur’an-ı Kerim’i ezberledi ve Kuzey Afrika’da yaygın olan Maliki fıkıh okulunda şer’î ilimler tahsil etti. 1325 yılında, 21 yaşındayken bilgi birikimini artırmak ve hac farîzasını yerine getirmek arzusuyla doğup büyüdüğü Tanca’dan yola çıktı. Daha sonra kaleme aldığı hatıratında, bu yolculuğa tek başına çıktığını, anne ve babasını geride bırakmanın kendisi için ne kadar zor olduğunu duygu yüklü ifadelerle anlatmıştır. Seyahatleri İlk yolculuklar: Kuzey Afrika’dan Hicaz’a (1325–1326) İbn Battuta, 2 Receb 725 (14 Haziran 1325) tarihinde Tanca’dan ayrılarak ilk seyahatine başladı islamansiklopedisi.org.tr . Kuzey Afrika kıyılarını takip eden bir hac kafilesine katılıp Cezayir, Tunus ve Libya üzerinden ilerleyerek yaklaşık 9 ay sonra Mısır’a ulaştı. İskenderiye şehrine 5 Nisan 1326 tarihinde vardı ve burayı “korunaklı liman, şaşılacak derecede mamur bir şehir” sözleriyle övdü. İskenderiye’de tanıştığı mutasavvıf şeyh Burhaneddin el-A’rec, ona Hindistan ve Çin gibi uzak diyarları da görmesini öğütledi. Ardından Kahire’ye (o dönemde Memlük Sultanlığı’nın başkenti) giderek Nil Nehri boyunca bir süre Mısır’ı dolaştı. Kızıldeniz üzerinden Arabistan’a geçme girişimi, bölgedeki karışıklık nedeniyle başarısız olunca tekrar Kahire’ye döndü. 1326 yazında Şam (Şam, günümüzde Şam – Suriye) bölgesine doğru yola çıkıp Kudüs, Halep, Hama, Antakya gibi şehirleri ziyaret etti. 9 Ağustos 1326’da Şam şehrine ulaşarak burada Ramazan ayını geçirdi ve tanınmış âlimlerden icazet aldı. Sonrasında hac kafilesine katılarak Arap Yarımadası’na yöneldi ve 17 Kasım 1326 tarihinde Mekke’ye varıp ilk hac görevini tamamladı. Böylece planladığı 16 aylık hac seyahatini gerçekleştirmiş ancak hemen memleketine dönmek yerine, İslam dünyasında daha önce gitmediği diyarlara doğru yeni yolculuklara atılmaya karar vermiştir. Irak, İran ve Doğu Afrika (1327–1330) İbn Battuta, ilk hac deneyiminin ardından Aralık 1326’da Mekke’den ayrılarak Irak ve İran topraklarına doğru yola çıktı. Bağdat’ta Abbasi halifesinin himayesindeki ilim çevreleriyle tanıştı, oradan İran coğrafyasına geçerek İsfahan ve Şiraz gibi şehirleri ziyaret etti. İran’da İlhanlı hükümdarlarının saray çevresinde gelişen olaylara şahitlik etti; örneğin Şiraz’da öğrendiği anekdotlar üzerinden bazı Moğol hanlarının Sünnîliğe geçişi ve İlhanlı Devleti’nin dağılma süreci hakkında önemli bilgiler aktardı. 1327 yılında tekrar Bağdat üzerinden kuzey Mezopotamya’ya geçerek Musul, Nusaybin, Mardin gibi şehirleri dolaştı. Bu bölgede Artuklu Sultanı Melik Salih Gazi’nin imar faaliyetlerini övgüyle kaydetmiştir. İbn Battuta 1328-1330 yılları arasında hac ibadetini yerine getirmek üzere üç kez daha Mekke’ye dönmüş, böylece hayatı boyunca toplamda 6 hac ziyareti yapmıştır. 1330 yılında Mekke’deki son hac görevinden sonra, Kızıldeniz yoluyla Yemen ve Doğu Afrika taraflarına seyahat etti. Cidde’den bindiği gemi fırtınaya yakalanınca Kızıldeniz’in karşı kıyısındaki Zebîd (Yemen) şehrine çıkmak zorunda kaldı. Yemen’de Taiz, San’a ve liman kenti Aden’i ziyaret ederek burada Resulî sultanı Melik Nûreddin Ali ile görüştü. Aden, İbn Battuta’nın Hint Okyanusu ticaret yollarına açıldığı önemli bir limandı. Aden’den bir ticaret gemisine binerek Afrika sahillerine doğru ilerledi; Zeila’ (günümüzde Zeyla, Somali) ve Mogadişu (Somali) şehirlerine uğradı. Daha güneyde Mombasa (Kenya) ve Kilwa (Kilve, Tanzanya) Sultanlığı’na kadar ulaşarak Doğu Afrika’nın hareketli limanlarını gördü. İbn Battuta bu kıyı şehirlerinin uluslararası deniz ticaretindeki ileri düzeyini hayranlıkla anlatır; Afrika sahillerindeki Müslüman sultanlıkların Hint ve Arap dünyasıyla yoğun ekonomik ilişkiler içinde olduğunu vurgular. 1330 yılı sonunda tekrar Arap Yarımadası’na dönerek Mekke’de beşinci hac ibadetini gerçekleştirdi. Anadolu ve Karadeniz üzerinden Doğu Avrupa (1330–1333) Beşinci hac yolculuğunun ardından İbn Battuta, bu kez Hindistan’a gitmeyi planlıyordu. 1330’da Cidde Limanı’ndan Hindistan istikametinde gemiyle ayrıldı; ancak Kızıldeniz’deki şiddetli bir fırtına yüzünden rotasını değiştirmek zorunda kaldı. Tekrar Kahire üzerinden Şam diyarına geçti ve Lazkiye (Latakia, bugün Suriye) limanından bir Ceneviz gemisine binerek Anadolu’ya yöneldi. Alanya’ya (o dönemde Alâiye) ulaştıktan sonra 1330-1331 yıllarında Anadolu topraklarını dolaştı. Antalya, Eğirdir, Denizli, Muğla, Bursa ve İznik gibi birçok şehre uğrayarak Anadolu’daki beyliklerin siyasi ve sosyal durumunu yakından inceledi. Bu dönemde Anadolu’da Ahîlik teşkilatının varlığı ve etkisi üzerine değerli gözlemler aktarmıştır. İbn Battuta, Anadolu şehirlerinde Hanefî mezhebinin hâkim olduğunu, Ahîlerin ticarî ve toplumsal yaşamda önemli bir rol oynadığını belirtir. Konya’yı ziyaretinde Mevlânâ Celaleddin Rumi’den “şair şeyh” olarak bahsetmiş; Birgi’de Aydınoğlu Umur Bey’in Haçlılar’a karşı mücadelesine tanık olmuştur. Anadolu gezisinin ardından kuzeye yönelen İbn Battuta, Sinop’tan bir gemiyle Karadeniz’i geçerek Kırım yarımadasına ulaştı. Kırım’daki Suğdak (Sudak) limanında Altın Orda Devleti’nin hüküm sürdüğü Deşt-i Kıpçak topraklarına adım attı. Özbek Han’ın sarayında misafir edilerek han ve çevresiyle görüştü; hanın himayesinde Volga Nehri (İtil) civarındaki Saray ve Bulgar şehirlerini ziyaret etti. İbn Battuta, Volga Bulgar Hanlığı bölgelerinden kuzeydeki “Karanlıklar Ülkesi”ne (muhtemelen Sibirya) gitmek istemiş ancak şartlar elvermediği için bu noktadan öteye geçememiş, sadece duyduklarını eserine not etmekle yetinmiştir. 5 Temmuz 1332 tarihinde İbn Battuta, Özbek Han’ın Bizans prensesi eşi Bayalun’un memleketine dönüş kafilesine katılarak bir ay süren yolculuk sonucunda Konstantiniyye’ye (o dönemde Konstantinopolis, günümüzde İstanbul) ulaştı. Bizans İmparatoru III. Andronikos ile bizzat görüşen İbn Battuta, imparatoru eserinde “Tekfur bin Ciryis” şeklinde anmakla birlikte İstanbul’da Ayasofya başta olmak üzere pek çok Bizans eserini ve şehrin kozmopolit hayatını gözlemlediğini aktarmıştır. İstanbul, onun gördüğü ilk Hristiyan yönetimindeki büyük şehir olup burada İslam dünyası ile Bizans arasında kültürel etkileşimin canlı şahidi olmuştur. İbn Battuta kısa süren bu ziyaretinin ardından Karadeniz üzerinden yeniden Altın Orda topraklarına dönerek doğuya, Orta Asya’ya doğru yöneldi. Orta Asya ve Hindistan (1333–1341) 1333 yılı sonbaharında İbn Battuta Orta Asya’ya varmış bulunuyordu. Transoxiana (Maveraünnehir) bölgesinde Buhara, Semerkant gibi kültür merkezlerini ziyaret etti. Semerkant yakınlarında o dönemin Çağatay Hanı Tarmışirin (Tarmashirin) ile görüştü ve hanın Moğol asilleri arasındaki konumuna dair gözlemlerini detaylı biçimde kaydetti. Orta Asya’dan güneye ilerleyerek bugün Afganistan topraklarında bulunan Kabil ve Gazne üzerinden Hindukuş Dağları’nı aştı. 12 Eylül 1333’te Hindistan alt kıtasına ulaştı; İndus Nehri’ni geçerek o dönemde Delhi Sultanlığı sınırlarına girdi. Hindistan’da hüküm süren Tuğluk Hanedanı Sultanı Muhammed bin Tuğluk, İbn Battuta’yı sarayında kabul ederek himayesine aldı. 1334 yılında Delhi’ye gelen seyyah, burada sultanın kadısı (şeriat hâkimi) olarak atandı ve yedi yılı aşkın bir süre bu görevde bulundu. Delhi’de kaldığı yaklaşık 10 yıl boyunca Sultan Muhammed Tuğluk’un güvenini kazanan İbn Battuta, bir yandan da Hindistan’ın siyasi, ekonomik ve kültürel yapısını yakından inceledi. Seyahatnamesinde Delhi Sultanlığı’nın idari sistemi, mali uygulamaları, istihbarat ve ulak teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgiler vermiş; ayrıca Hint toplumunun inanç ve adetlerine dair gözlemler aktarmıştır. Onun tasvirlerine göre Delhi, devrin en görkemli ve kozmopolit şehirlerinden biri olup burada İslam dünyasının birçok bölgesinden gelen alimler ve farklı dinlerin mensupları bir arada yaşamaktaydı. Güneydoğu Asya ve Çin (1342–1346) İbn Battuta 1342 yılında Hindistan’dan ayrılmaya karar verdiğinde, Sultan Muhammed Tuğluk ona Çin’e elçi olarak gitmesini teklif etti. Seyyah bu teklifi memnuniyetle kabul ederek Delhi’den doğu istikametine doğru yola çıktı . Kuzeydoğu Hindistan’da Bengal ve Assam bölgelerinden geçip Bengaldeş kıyılarında seyahat ettikten sonra, 1345’te Çin Denizi’ne ulaştı. Bu yolculuk sırasında Hint Okyanusu adalarını da görme fırsatı buldu: Maldiv Adaları (İbn Battuta’nın eserinde Dîvetü’l-Mahl veya Zehibetü’l-Mehel olarak anılır) üzerinde 18 ay kadar kalarak burada da kadılık yapmıştır. Maldiv halkının dindarlığını ve yumuşak başlı oluşunu övmekle birlikte, özellikle kadınların giyim kuşamının İslamî tesettür ölçülerine gevşekçe uyduğunu şaşkınlıkla dile getirir. Maldiv’de kaldığı süre boyunca bir adanın yöneticisi konumuna yükselen İbn Battuta, adaların örf ve adetleri ile ticari hayatına dair pek çok ayrıntı aktarmış, bu tropik toplumun yaşayışını kayıt altına almıştır. Maldivler sonrasında Sri Lanka’ya (o dönemdeki adıyla Seylan veya Serendib adası) geçerek ünlü Serendib Dağı’na tırmandı; burada Hazret-i Adem’e atfedilen devasa ayak izini gördü ve Budistlerden Müslümanlara kadar farklı din mensuplarının bu kutsal mekanı ziyaret edişini anlattı. Seylan’dan sonra Bengal üzerinden Malay Yarımadası’na ve oradan Sumatra adasına giden İbn Battuta, deniz yoluyla Güneydoğu Asya’yı kat ederek 1345 yılı civarında Çin kıyılarına ulaşmıştır. Kendi anlatısına göre sefer sırasında gemileri bir ara Hintli korsanlarca saldırıya uğrayıp yağmalanmış, bir başka seferinde fırtınada bazı gemileri batmış ve can kayıpları yaşanmıştır. Tüm zorluklara rağmen seyyah, Çin’in güneyindeki Zeytun limanına sağ salim varmayı başardı. Kaynaklarda Zaytun adıyla geçen bu liman kenti, günümüzde Çin’in Quanzhou şehri olup İbn Battuta buradan Çin’in iç kısımlarına seyahat etmiştir. Moğol kökenli Yuan Hanedanı’nın hüküm sürdüğü Çin İmparatorluğu’nda imparatorun özel konukları arasında yer aldı, hatta Pekin civarındaki sarayına kadar ulaştı. Seyahatnamesinde Çin’de kullanımda olan kâğıt para sistemi, imparatorluk posta teşkilatı, porselen ve ipek üretimi gibi hususlara geniş yer verir. Çin’deki gözlemlerine dayanarak Yuan yönetiminin yabancı tüccarlara ve Müslüman topluluklara hoşgörüyle yaklaştığını, Çin şehirlerinin zenginlik ve ihtişamını dile getirmiştir. 1346 yılı sonlarında Çin’den ayrılan İbn Battuta, Malay adalarına geri dönüp oradan Hindistan sahillerine yönelmiş; ardından Basra Körfezi üzerinden tekrar Orta Doğu’ya dönmüştür. 1348 yılında altıncı ve son kez Mekke’ye giderek hac yaptıktan sonra 1349’da deniz yoluyla Tunus üzerinden memleketi Fas’a ulaştı. Endülüs ve Mali seyahatleri (1349–1354) 1349 yılının sonlarında Fas’a dönen İbn Battuta, ülkesine kavuştuğunda anne ve babasının artık hayatta olmadığını öğrenmişti. Yaklaşık bir sene Fas’ta kalarak yol yorgunluğunu atan seyyah, 1350 yılında Endülüs (İber) topraklarına bir seyahat gerçekleştirmeye karar verdi. O sırada Hristiyan Kastilya Krallığı ile Müslüman Gırnata (Granada) Emirliği arasında gerginlik yaşanıyordu. İbn Battuta, Cebelitarık Boğazı üzerinden İber Yarımadası’na geçip kısa süreliğine Granada’yı ziyaret etti; Endülüs’ün Müslüman halkı ve idarecileriyle tanıştıktan sonra Fas’a geri döndü. Endülüs gezisinde Marinî sultanlarının bu coğrafyaya duyduğu ilgiyi, Granada hükümdarlarıyla yakın ilişkilerini ve İberya’daki siyasi durumu detaylı biçimde aktarmıştır. İbn Battuta’nın son büyük seyahati, Sahra Çölü’nü aşarak Batı Afrika içlerine ulaşmasıdır. 1353 yılında Fas Sultanı’nın iznini alarak bir kervanla Fas’tan güney yönünde yola çıktı. Kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Büyük Sahra’yı geçerek Sudan (o dönemde Batı Afrikalılar için “Sudan” siyah Afrikalıların diyarı anlamında kullanılıyordu) bölgesine girdi. İki aylık zorlu çöl yolculuğu sonunda Mali İmparatorluğu sınırlarına ulaştı; Nijer Nehri kıyısındaki Timbuktu ve Gao şehirlerini ziyaret etti. Burada Mali’nin hükümdarı Mense Süleyman (Mansa Süleyman) ile görüştü; bu sayede o dönem Batı Afrika’daki güçlü bir İslam devletinin saray yaşamını ve idari yapısını bizzat gözlemleme imkanı buldu. İbn Battuta, Mali’de karşılaştığı toplumların örf ve adetlerini, özellikle kadınların toplumsal konumunu, altın ticaretine dayalı ekonomik zenginliği gibi konuları eserinde ayrıntılı olarak işlemektedir. Büyük Sahra’nın güneyindeki bu bilad as-sudan (siyahlar ülkesi) bölgesine dair verdiği bilgiler, bu döneme ait en önemli birinci el kaynaklar arasındadır. Yaklaşık 2 yıl süren Batı Afrika seyahatinin ardından, 1355 yılında Fas Sultanı Ebu İnân’ın çağrısı üzerine Fas’a geri dönen İbn Battuta, böylece 29 yılda tamamladığı dünyaca ünlü seyahatlerini noktalamış oldu. Seyahatname (Rıhle) ve Yazımı İbn Battuta, memleketi Fas’a döndükten sonra seyahat anılarını yazıya geçirerek ölümsüzleştirmiştir. 1354 yılında Fas Sultanı Ebu İnân (Ebû İnân Faris), sarayında İbn Battuta’yı dinleyip gördüğü yerlerin ayrıntılı bir kaydının tutulmasını istemiştir. Bu amaçla sarayın katibi, Granada asıllı ünlü yazar İbn Cüzey el-Kelbî (İbn Juzayy) görevlendirilmiştir. İbn Battuta, 1355-1356 yılları arasında İbn Cüzey’e gezip gördüğü beldeleri, tanıştığı insanları ve başından geçen olayları anlatmış; İbn Cüzey de bu anlatılanları sistematik bir seyahatname metni olarak kaleme almıştır. Ortaya çıkan eser, Arapça dilinde yazılmış kapsamlı bir seyahatname olup tam adı Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garâ’ibü’l-Emsâr ve Acâ’ibü’l-Esfâr (تحفة النظار في غرائب الأمصار وعجائب الأسفار) şeklindedir. Eserin bu uzun ismi “Şehirlerin Harikalarına ve Seyahatlerin Acayipliklerine Bakanlara Sunulan Armağan” anlamına gelir. Seyahatname yaygın olarak kısaca er-Rıhle (yolculuk) veya İbn Battuta’nın Rıhlesi şeklinde anılır; zira rıhle kelimesi Arapça’da seyahatname türünü ifade eden bir terimdir. İbn Battuta seyahatleri sırasında herhangi bir günlük veya not defteri tutmadığını, hatıralarını tamamen hafızasından aktardığını belirtir. İbn Cüzey, eserin önsözünde “Şeyh Ebû Abdullah (İbn Battuta) ne anlattıysa maksadını tam karşılayan ifadelerle kaleme aldım; yer yer onun kendi sözlerini olduğu gibi aktardım. Naklettiği hikâyelerin gerçekliğini araştırıp sınamaya girişmedim” diyerek, anlatılanları büyük ölçüde aynen yazdığını fakat doğruluklarına dair bir inceleme yapmadığını ifade etmiştir. Bu durum, İbn Battuta’nın anlattığı bazı olağanüstü olayların ve duyumlara dayalı rivayetlerin sorgusuz esere girdiği anlamına gelir. Nitekim seyahatname yayınlandığında Fas’ta bazı kişiler onun anlattıklarına inanmakta güçlük çekmiş, hatta her şeyi uydurduğunu ileri sürenler olmuştur. Yine devrin tanınmış tarihçilerinden İbn Haldun, başlangıçta İbn Battuta’nın anlattıklarına şüpheyle yaklaştığını, ancak sonradan bir vezirin ikazıyla onun gerçekten bu seyahatleri yapmış olabileceğini kabul ettiğini yazar. Modern araştırmalar, İbn Battuta’nın anlattıklarının büyük oranda doğru ve tutarlı olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle İbn Battuta’nın detaylı betimlemeleri sayesinde, gezdiği dönemdeki birçok İslam ülkesi ve komşu bölgelerin tarihine ışık tutulmuştur. Bununla birlikte, Rıhle’nin bazı bölümlerinde İbn Battuta’nın aslında görmediği yerler hakkında, kendinden önceki eserlerden alınma tasvirlere yer verdiği tespit edilmiştir. Örneğin Şam’daki Emevî Camii’nin mimarisi veya Mekke’de hac törenlerinin ayrıntıları anlatılırken, 12. yüzyılda yaşamış Endülüslü seyyah İbn Cübeyr’in seyahatnamesinden alıntılar yaptığı anlaşılır. İbn Battuta, metin içinde zaman zaman bu tür alıntıları kaynak belirterek aktarır; bu nedenle bunlar intihal sayılmaz ancak eserin derleme niteliğini gösterir. Seyahatname, ilk yazıldığı dönemde Arap dünyasında okunsa da uzun süre geniş bir coğrafyada pek bilinmemiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı şarkiyatçılar esere büyük ilgi göstermiş; Fransız araştırmacılar C. Defrémery ve B. R. Sanguinetti 1853-1858 yıllarında Rıhle’yi Fransızcaya tercüme ederek bilim âlemine kazandırmıştır. Ardından İngilizce, Almanca gibi dillere de çevrilen eser böylece dünya çapında ün kazanmıştır. Günümüzde İbn Battuta’nın seyahatnamesi, ortaçağ İslam dünyası coğrafyası ve kültürü üzerine birinci elden benzersiz bir kaynak kabul edilmektedir. Tarihsel Önemi ve Mirası İbn Battuta, Orta Çağ İslam dünyasının coğrafi ufuklarını adeta somutlaştıran bir kişiliktir. 14. yüzyılda Mağrip’ten Çin’e uzanan coğrafyada, farklı medeniyetler arasında köprüler kuran bir seyyah olarak döneminin küresel gezgini sayılabilir. Kendi ifadesiyle seyahate çıkarken amacı sadece hac görevini yapmak değil, aynı zamanda “İslam’ın ulaştığı bütün beldeleri ziyaret etmek, ilim adamlarıyla görüşüp onlardan ilim almak ve dünyayı tanımak” idi. Nitekim gezileri neredeyse bilinen dünyanın tamamını kapsadı ve hiçbir önceki seyyah onun katettiği mesafeye ulaşamadı. Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir değerlendirmede kendisine “Arap ve Müslüman seyyahların prensi” unvanı verilmiştir. Bu unvan, onun İslam seyahat geleneğindeki eşsiz yerini vurgulamaktadır. İbn Battuta’nın yolculukları, İslam dünyasının Darü’l-İslam anlayışıyla ne denli geniş bir coğrafyayı kuşattığını da ortaya koymuştur. 14. yüzyılda Müslüman tüccarlar ve alimler, Fas’tan Orta Afrika içlerine, Orta Doğu’dan Uzak Doğu’ya uzanan bir ağ oluşturmuşlardı. İbn Battuta, bu ağ üzerinde seyahat ederken gittiği hemen her yerde din kardeşliği ve misafirperverlik sayesinde karşılanmış, böylece dönemin ulaşım ve iletişim imkanlarıyla bile son derece uzun mesafeleri aşabilmiştir. Onun hikâyesi, küreselleşme olgusundan yüzyıllar önce dahi ticaretin, inancın ve diplomatik ilişkilerin toplumları birbirine bağladığının canlı bir kanıtıdır. Seyyahımız, gittiği ülkelerde sıradan bir gezgin olmaktan öte, çoğu zaman kadı, elçi veya hükümdarların mihmandarı gibi roller üstlenmiştir.Bu sayede sıradan insanların ulaşamayacağı saraylara, ilim meclislerine ve kültürel etkinliklere tanık olmuş; gözlemlerini büyük bir açıklıkla kaleme alabilmiştir. Örneğin Delhi’de yıllarca kadılık yaparak devlet yönetimini içeriden gözlemlemiş, Maldiv Adaları’nda yerli halkın arasına karışıp onların dilini ve törelerini öğrenmiştir. Çin’de imparatorluk idaresinin yabancılara yaklaşımını veya İstanbul’da Bizans sarayının görkemini de aynı rahatlıkla inceleyebilmiştir. İbn Battuta’nın seyahatnamesi, tarih, coğrafya ve antropoloji açılarından son derece kıymetli bilgiler içerir. Eserde geçen şehir tasvirleri, sosyal adetler, giyim kuşam, yeme içme alışkanlıkları ve yönetim biçimlerine dair kayıtlar, 14. yüzyıl dünyasının kültürel çeşitliliğine ışık tutar. Örneğin İbn Battuta, Anadolu’da kadınların pazarlarda etkin rol alıp ata binerek cesur bir tavır sergilediğini, Türk ve Moğol ülkelerinde soylu kadınların toplum hayatındaki statüsünü vurgular. Mali’de bazı bölgelerde anaerkil bir düzen olduğunu, soy ve mirasın anne tarafınca belirlendiğini gözlemlemiştir. Maldiv Adaları’nda katil yakalanıp cezalandırılmadan maktulün defnedilmediği geleneğini veya Çin’de imparatorların cenaze törenlerinde cariyelerin diri diri gömüldüğünü dehşetle aktarır. Bu tür örnekler, onun eserini ortaçağ toplumlarının bir etnografik envanteri haline getirmektedir. Bu sebeple bazı araştırmacılar İbn Battuta’yı ilk antropologlardan biri olarak niteler. İbn Battuta’nın ölüm tarihi konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, çoğu kaynağa göre 1368 yılında Fas’ta vefat ettiği, diğer bazı kaynaklara göre ise 1377’ye kadar yaşadığı rivayet edilir. Fas’ta Fes şehrinde veya doğum yeri Tanca’da vefat etmiş olabileceği belirtilir; Tanca’daki eski medine bölgesinde İbn Battuta Türbesi olarak bilinen bir kabir bulunmaktadır. Ölümünden yüzyıllar sonra bile İbn Battuta’nın ünü yaşamaya devam etmiş; özellikle kendi kültür coğrafyasında unutulmaya yüz tutmuş seyahatnamesi, 19. yüzyıldan itibaren Batılı seyyahla
Devamını Oku

1 kayıttan 1 - 1 arasındaki kayıtlar gösteriliyor
Mesajlar {{unread_count}}
... ile mesajlaş {{currentConversation.display_name}}
{{chat.display_name ? chat.display_name[0] : ''}}

{{chat.display_name}}

Siz: {{chat.last_message.content}}

{{chat.unread_count }}