WhatsApp

Fas Turizm Blog

Kazablanka'da Yapmanız Gereken 10 Aktivite

Kazablanka'da Yapmanız Gereken 10 Aktivite

Kazablanka’da Mutlaka Yapmanız Gereken 10 Aktivite Fas’ın ticaret ve kültür başkenti Kazablanka, sadece ülkenin en büyük şehri değil; aynı zamanda modern yaşam ile geleneksel Fas kültürünün buluştuğu bir merkezdir. Atlantik kıyısındaki bu kozmopolit şehir, görkemli dini yapılar, kolonyal dönemden kalma mimari eserler, sahil boyunca uzanan modern bulvarlar ve yaşayan pazarlarıyla ziyaretçilerine benzersiz bir deneyim sunar. İşte Kazablanka’da mutlaka yapılması gereken 10 unutulmaz aktivite: 1. II. Hasan Camii: Fas’ın İncisi II. Hasan Camii, yalnızca Kazablanka’nın değil tüm Fas’ın sembol yapılarından biridir. Peki bu muazzam cami ne zaman ve kim tarafından yaptırıldı diye merak ederseniz; 1986 yılında dönemin Fas Kralı II. Hasan’ın emriyle inşaatına başlanan cami, Fas halkının bağışlarıyla finanse edildi. Bu yönüyle yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda ulusal bir birlik sembolü haline geldi. Temel atma töreni de özel bir anlam taşır; tam da Kral II. Hasan’ın 60. doğum gününde, yani 1986 yılının Temmuz ayında gerçekleşmişti. Mimar kim sorusu da sıkça gündeme gelir. Cami, Fransız mimar Michel Pinseau tarafından tasarlandı ve binanın uygulaması Bouygues adlı Fransız inşaat firması tarafından üstlenildi. İnşaat süreci yaklaşık 7 yıl sürdü ve 1993 yılında, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) doğum gecesine denk getirilen özel bir günde ibadete açıldı. Açılış tarihinin böyle sembolik bir geceye rastlaması, camiye yüklenen dini ve kültürel anlamı daha da derinleştirdi. Peki neden tam burada, okyanusun kenarında inşa edildi? II. Hasan, Fas halkının denizle olan bağını vurgulamak istemişti. “Allah’ın arşının suyun üzerinde bulunduğu” ayetinden ilham alarak camiyi Atlantik’in kıyısına, denizin üzerine uzanan temellerin üstüne yaptırdı. Bu yüzden caminin zemininin bir kısmı doğrudan okyanus üzerine oturtulmuştur. Böylesine görkemli bir yapı kaça mal oldu sorusunun cevabı da şaşırtıcıdır: yaklaşık - + 865 milyon dolar. Bu tutarın büyük bir kısmı halktan toplanan bağışlarla karşılandı. Herkesin katkıda bulunması için küçük miktarlı bağışların dahi kabul edilmesi, camiyi gerçek anlamda halkın ortak eseri haline getirdi. Kullanım açısından bakıldığında cami, yalnızca ibadet mekanı değil aynı zamanda bir kültür kompleksi olarak da işlev görür. İçinde İslam araştırmaları kütüphanesi, müze alanları, Kuran kursları ve konferans salonları bulunur. Kadın ve erkek kapasiteleri de farklıdır: caminin ana ibadet alanında aynı anda 25.000 kişi namaz kılabilir, geniş avlu ve açık alanlarla birlikte toplam kapasite 105.000 kişiye ulaşır. İç mekânda kadınlar için özel galeriler ayrılmıştır, böylece hem geleneksel düzen korunmuş hem de kadınların ibadet hakkı güvence altına alınmıştır. Caminin en dikkat çekici bölümü olan 210 metrelik minare ise bugün Guinness rekorlarına geçmiş durumda. Bu minarenin tepesinden geceleri Kazablanka semalarını aydınlatan yeşil lazer ışığı Mekke’ye doğru yönlendirilmiştir, böylece yapının dini sembolizmi mimariyle birleşir. 2. Eski Medine: Tarihin İzinde Kazablanka’nın Eski Medine’si, şehrin hafızasıdır; dar sokaklara sinmiş baharat kokusunun arasından “ne zaman kuruldu, niçin burada ve neden böyle görünüyor?” diye soran herkese kendi cevabını fısıldar. Berberi kökenli Anfa yerleşiminin devamı olan bu mahalle, 15. yüzyılda Avrupa deniz ticaretinin ve korsan akınlarının göbeğinde yer aldığı için defalarca yıkılıp yapıldı; 18. yüzyılda Sultan Muhammed b. Abdullah “şehir yeniden ayağa kalkmalı” deyince surları, denize bakan Skala bataryası ve kapılarıyla (özellikle Bab Marrakech) bugünkü siluetini kazandı. “Neden tam burada, limanın yanı başında?” sorusunun cevabı stratejiktir: Arkasındaki Chaouïa ovasının tahılı, derisi ve yünü asırlardır bu kapıdan Atlantik’e açılır; medine, iç bölgeden gelen kervanlarla deniz ticaretini buluşturan doğal bir kavşaktır. Sokakların niçin labirent gibi olduğuna gelince; bu plan, hem rüzgârı ve güneşi kontrol eden iklimsel zekânın hem de güvenlik ihtiyacının ürünüdür. Beyaza kireçlenmiş cepheler, maşrabiye gölgelikleri, iç avlulu küçük riad evleri, köşe mescitleri ve zanaatkâr atölyeleri (bakırcılar, dericiler, ahşap oymacılar) şehir mimarisinin omurgasını oluşturur. “Kim yaptı?” diye sorulduğunda tek bir mimarın adı verilmez; burası usta-çırak zinciriyle kuşaktan kuşağa inşa edilmiş bir el emeği atlasıdır. Yine de 20. yüzyıl başında Fransız bombardımanı (1907) ve ardından gelen himaye döneminde Mareşal Lyautey ile şehir plancısı Henri Prost modern kenti dışarıda (Place de France/bugünkü Nations Unies Meydanı) kurarken, Eski Medine sınırlarını koruyup ona yeni akışlar bağladılar; kalabalığı ve hijyen ihtiyacını karşılamak için de 1918’den itibaren “Habus (Yeni Medine)”yi örnek bir yerleşme olarak planladılar. Yani Eski Medine, “hangi ihtiyaçları karşılamak için yapıldı?” sorusuna yüzyıllar içinde farklı cevaplar verdi: önce savunma ve liman ticareti, sonra barınma ve zanaat üretimi, 20. yüzyılda ise kent belleğinin ve gündelik ekonominin sürekliliği. Burada “kimler geldi geçti?” diye sorulduğunda Sidi Belyout gibi şehrin manevî koruyucusu sayılan velilerin türbeleri de anılır; kapısında hâlâ adak mumları yanar. Himaye döneminin yüksek rütbelileri ve Levanten tüccarlar Nations Unies Meydanı’ndan medinenin kapılarına girip pazarlık eder, 1930’ların Art Deco siluetleriyle medinenin kıvrımlı dokusu tam bu eşiğinde yan yana görünürdü. İkinci Dünya Savaşı yıllarında şehrin batısındaki Anfa bölgesinde düzenlenen ünlü Kazablanka Konferansı (Churchill–Roosevelt buluşması) tüm dünyanın gözünü şehre çevirirken, gündelik hayat yine bu sokaklarda akıyordu; kahvecilerde radyo ajansları dinlenir, zanaatkârlar kepenklerini günün ilk ezanıyla açardı. 20. yüzyılın ikinci yarısında kırsaldan gelen göç dalgalarıyla medine daha da canlandı; Yahudi esnafın hâkim olduğu pasajlar, Berberi kadınların el işi tezgâhları, Mağribi hanların avluları bu çok katmanlı toplumsal dokuyu hâlâ anlatır. Burası parça parça onarılan, duvarları birkaç kez yenilenen, Skala’sı topların yerini fotoğraf makinelerine bırakan yaşayan bir organizmadır. Yine de yakın tarihte sur kapıları ve saat kulesi benzeri nirengi noktaları birer kentsel hatıra olarak restore edilip kente iade edildi; bu müdahaleler rastgele değil, “turizm baskısı ile yerel yaşamın ihtiyaçları” arasındaki dengeyi gözetmek üzere yapıldı. Ziyaretçi “neden burada bu kadar yoğun hayat var?” diye sorduğunda cevap nettir: çünkü balıkhane ile baharat pazarı, küçük camiler ile zâviyeler, esnaf loncaları ile aile avluları birbirini yaşatır; her sokak, başka bir ihtiyacı—barınma, ticaret, ibadet, sosyalleşme—karşılayacak şekilde örülmüştür. Bugün Eski Medine’yi gezen biri, ünlü bir isim arıyorsa şehrin yetiştirdiği sanatçıların, komedyenlerin, modacıların yolunun mutlaka bu sokaklardan geçtiğini bilir; Kazablanka’nın Yahudi müzik geleneğinin ustaları, Mağribi udîleri ve çağdaş Fas sinemasının gençleri burada sahne ve plato bulmuştur. Ama medinenin gerçek yıldızı, “kimler doğdu, kimler yaşadı?” sorusunun anonim kahramanı olan semtin sakinleridir: sabahın erken saatinde fırınlara hamur taşıyan çocuklar, bakırcı tezgâhında çekiç sesini ritme çeviren ustalar, öğle vakti dükkân önüne tabure atıp çay demleyen esnaflar. Onlar olmasa, surların taşları yalnızca taş kalırdı. Kısacası Eski Medine, bir “gezilecek yer” olmaktan fazla; tarih, şehir mimarisi ve stratejik önem üçgeninde, liman ticaretinden maneviyata uzanan ihtiyaçları yüzyıllar boyu karşılayan, sultanların fermanından planlamacıların çizgisine, zanaatkârın çekiç sesinden ziyaretçinin merakına kadar her katmanı aynı dar sokakta buluşturan canlı bir şehir kitabıdır. Burada her köşe başı, soruların cevabını kendi diliyle verir; yeter ki yavaş yürüyüp dinlemeyi bilesiniz. 3. Muhammed V Meydanı ve Bulvarı: Kolonyal Dönemin Mirası Kazablanka’nın kalbinde yer alan Muhammed V Meydanı ve onu doğudan batıya yaran Muhammed V Bulvarı, modern kentin kurucu hikâyesini anlatır. 1914’te kenti baştan örgütleyen şehir plancısı Henri Prost, eski medinanın güneyinde, yeni idari çekirdeği taşıyacak geniş bir açıklık öngördü; meydan 1916’da, himaye idaresinin başındaki Hubert Lyautey döneminde vücut buldu. Prost’un çizdiği omurga, 1918’de açılan Muhammed V Bulvarı ile (o zaman “Boulevard de la Gare”), Casa-Voyageurs istasyonunu eski kente ve Place de France’a (bugünkü Birleşmiş Milletler Meydanı) bağlayarak liman-tren-idare üçgenini tek çizgide birleştirdi; bu tercih, kentin ekonomik ve siyasi nabzını tek bir aks üzerinde toplamak içindi. Meydan idare sarayı Wilaya binası 1928-1937 arasında Marius Boyer’in projesiyle yükseldi; adliye sarayı Joseph Marrast’ın Mağribi esintili anıtsal portalıyla kentin hukuk yüzünü şekillendirdi; merkez postane 1918-1920’de Adrien Laforgue imzası taşıdı; Bank al-Maghrib’in Kazablanka şubesi ise 1930’lar sonunda Edmond Brion’un Art Deco ile zellij’i harmanlayan diliyle tamamlandı. Bu yüzden meydanın cepheleri, Fransız Beaux-Arts eğitiminin rasyonelliği ile Endülüs-Mağribi bezemelerin ritmini aynı karede yan yana gösterir. Eski surların hemen güneyinde, Arap Birliği Parkı’nın kenarında, limana ve demiryoluna birkaç dakikalık mesafede… Buradaki idari kümelenme (vilayet, adliye, posta, banka) yalnızca yönetim işlevlerini bir araya getirmekle kalmadı; aynı zamanda modern posta-bankacılık ağı, hukuk düzeni ve belediye hizmetleri gibi 20. yüzyıl şehir hayatının somut ihtiyaçlarını tek sahnede çözdü. 1920’ler ve 30’lar boyunca parçalı ihalelerle ve yıllara yayılan kamu yatırımlarıyla tamamlanan bu ansamblın tek kalemde bir “maliyet” rakamı yoktur; kent, idari gücünü göstermek ve yeni “Avrupa şehri”nin yüzünü tanımlamak için bu cepheleri adım adım ördü. Zaman içinde meydan, siyasal ve toplumsal hafızanın da sahnesi oldu. Himaye döneminde anıtlar ve törenler burada düzenlendi; bağımsızlık yıllarında ise Sultan Muhammed V’in sürgünden dönüşüyle (1955) kentin dört bir yanından taşan kalabalıkların buluşma noktalarından birine dönüştü; meydanın adı da ulusal hafızadaki merkezi yeri işaret edecek biçimde bugünkü adını aldı. Gündüzleri güvercinlerin gölgesinde oturan kentlileri, akşamları ise su ve ışık gösterileriyle canlanan havuzu görür; 1976’da yerleştirilen dairesel fıskiye, 2020’de meydanın batısındaki Grand Théâtre de Casablanca (mimar Christian de Portzamparc) tamamlanırken yenilendi ve konumu elden geçirildi. Meydanın yer döşemeleri ve akışları da bu renovasyonla çağdaşlaştırıldı; yine de Wilayâ’nın saat kulesi, adliyenin at nalı kemerleri ve postanenin kemerli revakları aynı çerçevede, aynı ritimde kalmaya devam eder. Bulvar boyunca yürüyen biri için mimarlık, yalnız cephelerde değil, günlük yaşamın akışında da okunur: tramvay durağından çıkıp geniş kaldırımlarda ilerlerken Art Deco’nun düz hatları ile Mağribi bezemenin kıvrımları bir pasajın gölgesinde birleşir; bu da kente “yalnız kolonyal bir vitrin değil, iki dünyanın birlikte yazdığı bir alfabe” hissini verir. Nitekim yerel miras derneklerinin ve araştırmacıların sıkça vurguladığı gibi, Boulevard Mohammed V üzerinde kısa bir yürüyüş, Kazablanka’nın mimari hafızasını bir film şeridi gibi ardı ardına dizer. Meydan, bir yandan Lyautey’den itibaren resmi protokollerin ayak bastığı zemin oldu, öte yandan Kazablanka’nın yetiştirdiği sanatçıların gençlik hatıralarının fonu. Dünyaca ünlü komedyen Gad Elmaleh bu şehirde doğdu, Lycée Lyautey’de okudu; Fransız sinemasının yıldızı Jean Reno da Kazablanka doğumludur—ikisi de bu bulvarın ve meydanın günlük ritmini, güvercinleri ve kalabalığını çocukluklarının bir parçası olarak bilir. Kısacası Muhammed V Meydanı ve Bulvarı, “tarih, şehir mimarisi ve stratejik önem” üçlüsünü en berrak haliyle gösterir: 1910’ların planından 1930’ların cephelerine, bağımsızlığın kalabalıklarından günümüzün tiyatro-fıskiye ikilisine kadar Kazablanka’nın dönüşümünü tek bakışta okutan, idare ile gündelik hayatı aynı kadrahta tutan büyük sahne… Burada atılan her adım, “ne zaman, kim tarafından ve niçin” sorularının cevabını taşların ve kemerlerin diliyle verir. 4. Korniş (Corniche): Atlantik Kıyısında Gün Batımı Korniş, Kazablanka’nın okyanusa açılan vitrinidir; kıyı boyunca uzanan bu hat ne zaman ve niçin biçimlendi diye soranlara, kentin modernleşme hikâyesini anlatır. Fransız Himayesi döneminde şehrin kıyıdaki potansiyeli keşfedilince, Aïn Diab bölgesi 1920’ler–30’larda plaj kulüpleri, kafeler ve yürüyüş yollarıyla bir “deniz kıyısı eğlence kuşağı”na dönüştürüldü; böylece liman ve yeni idari merkezle birlikte kentin üçüncü çekim alanı doğdu. Bu planlama, hem kentlilere temiz hava ve sosyalleşme imkânı sağlamak hem de hızla büyüyen şehrin sahille bağını kurmak gibi çok somut ihtiyaçları karşılıyordu. Kazablanka’nın ekonomik başkent oluşunda saklıdır: Atlantik’e bakan bu kıyı, liman ve demiryoluyla birleşince kentin nefes aldığı promenade’a dönüştü. Kıyı hattındaki El Hank Feneri de hikâyenin stratejik halkasıdır; 1920’de devreye giren ve 51 metreye yükselen fener, tehlikeli sularıyla bilinen sahile güvenli yaklaşımı kolaylaştırarak kentin büyümesinde rol oynadı—bugün de 30 deniz miline ulaşan ışığıyla kıyının simgelerinden biridir. Korniş yalnızca deniz banyosunun değil, büyük buluşmaların sahnesi de oldu. 1958’de Aïn-Diab Pisti kıyı yolları üzerinde F1 Dünya Şampiyonası’nın final yarışına ev sahipliği yaptı; Stirling Moss kazandı, Mike Hawthorn şampiyonluğu garantiledi, modern motor sporlarının en dramatik sayfalarından biri burada yazıldı. Bu etkinlik, kornişin uluslararası görünürlüğünü bir anda arttırdı ve sahil şeridini yalnız yerel değil küresel bir cazibe çizgisine dönüştürdü. Bugün yürürken sağınızda solunuzda yalnız okyanusu değil, katman katman kültürü de görürsünüz: Lalla Meryem ve Aïn Diab plajları gündüzleri sörf ve aile kalabalığıyla dolar; ufka doğru küçük bir köprüyle bağlanan Sidi Abderrahman adacığı ise yüzyıllık bir ziyaret/tevessül geleneğini modern yürüyüş rotalarına ekler. Güneş, Atlantik’in üzerine inerken kafe teraslarında toplanan kalabalık, kentin sahille kurduğu bu canlı bağı hissedilir kılar. Kıyıdaki dönüşüm, 21. yüzyılda yeni bir ölçek kazandı: sahil şeridinin batısında yer alan Morocco Mall 2011’de kapılarını açarken gösterişli açılışında dünya yıldızlarını da ağırladı; böylece korniş, alışveriş-eğlence-yeme-içme üçlüsünü tek hatta birleştiren çağdaş bir yaşam koridoruna evrildi. Aynı hat üzerindeki uzun soluklu plaj kulüpleri ve etkinlik mekânları da şehirlinin “gündüz deniz, akşam ışıklar” ritmini yıllardır taşıyor.  Aïn-Diab mahallesi bugün de tanınmış isimlere ev sahipliği yaparken (örneğin yazar Tahir Shah burada yaşamını sürdürdü), podyumun ve sahnenin ünlüleri, sporcular ve siyasetçiler sık sık sahil boyunca düzenlenen açılışlar ve etkinliklerle kente uğrar. Kısacası korniş, doğduğu günden beri “denizle kentli arasında aracılık eden” bir çizgi: bir yandan fenerlerin ve yarış pistlerinin stratejik mirasını taşıyor, öte yandan plajların, yürüyüş yollarının, restoranların ve gece hayatının günlük ihtiyaçlarını karşılıyor. Gün batımında dalgaların üzerine düşen ışık, bu uzun hikâyenin en kısa özeti gibi… 5. Sacré-Cœur Kilisesi: Gotik ve Art Deco’nun Buluşması Sacré-Cœur, Kazablanka’nın çok-kültürlü belleğinde Fransız Himayesi döneminde, şehirde hızla büyüyen Hristiyan nüfusun ibadet ihtiyacını karşılamak üzere 1930’larda inşa edilmek üzere tasarlandı; mimarı Prix de Rome sahibi Fransız Paul Tournon’du. Bugün Arap Birliği Parkı’nın kıyısında yükselen kütlesiyle görülen bu eski Katolik mabedin dili, Neo-Gotik yükselişleri ile Art Deco yalınlığını aynı gövdede buluşturur; iki kare kulesi, Mağribi mimariden ilhamla birer minareyi çağrıştırır. Prost-Lyautey planlamasıyla idari çekirdeğin ve yeni Avrupalı mahallelerin doğu eşiğinde, büyük bir kent parkının kenarında konumlandırılan yapı, liman şehri Kazablanka’da farklı cemaatlerin gündelik hayatla kesiştiği, erişimi kolay bir odak olsun diye seçildi. İnşa, 1930’da başladı; kaynaklar bunun tek seferde değil, bütçe ve malzeme olanaklarına göre “kademeli” yürütüldüğünü, bölümler halinde (bay/bey) ilerlediğini kaydeder; bu yüzden “kaça mal oldu?” sorusunun resmî, tek bir rakamı yoktur. Yapı 1952-53 dolayında ibadete hazır ölçeğine erişti; 1956’da Fas’ın bağımsızlığıyla Katolik nüfus dramatik biçimde azaldığından kutsallığı kaldırılarak belediyeye devredildi ve kültür-etkinlik işlevine evrildi. Taşıyıcıları, betonarme kabuğu ve beyaz sıvalı dış yüzeyi, Tournon’un modern malzemeyi yerel süsleme ritimleriyle birleştirdiği bir deneme gibidir; gotik kemerlerin ritmi, Art Deco’nun ölçülülüğü ve Arabo-Endülüs motifli beton rölyef pencereler iç mekâna süzülen ışığı örgüler. Günümüzde nişler ve nefler, sergi ve konser mekânına dönüştürüldü; yani ibadetin yerini kültür aldı. Bu dönüşüm, “hangi ihtiyacı karşılıyor?” sorusunda yeni bir sayfadır: merkezî bir kamusal alan içinde, hafızayı koruyup yaşayan bir kültür sahnesi yaratmak. 2025’te başlatılan kapsamlı renovasyon-yeniden işlevlendirme programı da bu yaklaşımı mimari olarak olgunlaştırmayı hedefler. Himaye devrinin yüksek rütbeli yöneticileri ve Avrupalı cemaat önderleri burada törenlere katıldı; bağımsızlık sonrası ise sanatçılar, küratörler ve yerel kültür kurumları onu sergiler, bienal etkinlikleri ve konserlerle yeniden dolaşıma soktu. Popüler literatürde sıkça “katedral” diye anılsa da teknik olarak hiçbir zaman bir piskoposluk makamı (episkopal sede) olmadı; bu isimlendirme, halk arasında yerleşmiş bir kısaltmadır. Cinsiyete göre ayrılmış ibadet düzeni Katolik gelenekte bulunmadığından “kadın & erkek kapasitesi” ayrımı tarihsel olarak yapılmadı; kapasite, ayin düzenine göre değişen tekil bir oturum (geniş bir nef ve yan nefler) olarak okunur.  Sacré-Cœur, bir dönemin inanç ve temsil ihtiyacını karşılayıp bugün kentsel kültürün ortak sahnesine dönüşen bir yapı. Neo-Gotik bir iskelet içinde Art Deco bir ten, yerel motiflerle örülü bir ışık dramaturjisi ve şehrin kimliğine sinmiş bir çok-kültürlü hafıza… Kazablanka’da, parkın ağaç gölgeleriyle beyaz kütlenin çizgileri kesiştiğinde bu uzun hikâyeyi bir bakışta okumak mümkün. 6. Art Deco Binaları Keşfetmek Kazablanka’nın Art Deco mirası, modern şehrin kuruluş öyküsünü anlatır. 1910’ların sonunda Henri Prost’un planlarıyla eski medinanın güneyinde kurulan “yeni şehir”, liman–istasyon–idare üçgenini tek omurga üzerinde birleştirerek hem yönetim hem ticaret hayatını hızlandırdı; Boulevard Mohammed V bu omurganın vitrini oldu. Bu eksen üzerinde yükselen konut blokları, posta–banka–adliye gibi kamu yapıları ve sinemalar, Fransa’dan gelen eğitimli mimarların Art Deco’yu Mağribi motiflerle harmanladığı bir “açık hava müzesi”ne dönüştü. Marius Boyer, Auguste Cadet, Edmond Brion, Pierre Bousquet ve kuşağının diğer mimarları, düz hatlı cepheleri zellij, kemer ve revaklarla buluşturan bir dil geliştirdiler. Erken bir dönüm noktası olarak Merkez Postane (1918–1920) Adrien Laforgue tarafından Place Administrative’de (bugünkü Muhammed V Meydanı) tamamlandı; meydandaki ilk bina oluşu, modern şehrin kalbinin nerede atacağını da ilan etti. 1937’de Edmond Brion imzalı Bank al-Maghrib şubesi, taş işçiliği ve iç mekân kurgusuyla Art Deco’nun “mağribi yorumunu” doruğa taşıdı. Aynı çevrede Boyer’in Wilaya (1928–1937) yapısı idari gücü temsil etti; saat kulesi ve anıtsal merdivenleri, meydanı bugün de tanınır kılar. Tüm bu yatırımlar “kaça mal oldu?” diye tek kalemde toplanacak türden değil; farklı yıllara yayılan kamu ihaleleri ve özel girişimlerle örülen bir bütçe hikâyesi. Asansörlü apartmanlar, sıcak su, geniş pasajlar ve büyük sinemalar dönemin kent konforunu tarif etti; Cinéma Rialto (1929, Pierre Jabin) 1.350 koltuklu salonuyla yalnız film değil, sahne sanatlarını da taşırken Josephine Baker, Édith Piaf, Dizzy Gillespie gibi yıldızları ağırladı. Burada kapasite “kadın–erkek” ayrımıyla değil salonun toplam oturumuyla ölçülür; Rialto’nun karakteristik balkonlu düzeni bunun sembolü oldu. Özel yapılar arasında Hotel Lincoln (1916, Hubert Bride) Art Deco/Neo-Mağribi cephesiyle ikonlaştı; yıllarca harap kaldıktan sonra 2020’lerde başlayan restorasyonla 2025’te yeniden açılmak üzere 150–330 milyon MAD bandında bütçeyle hayata döndürülüyor—maliyet sorusuna somut bir yanıt sunan nadir örneklerden. Bugün koruma cephesinde Casamémoire gibi sivil girişimler, bu mirası envanterleyip turlarla yaşatıyor.  Limanın ve Casa-Voyageurs’un birkaç dakikalık mesafesinde, yönetim ve ticaretin buluşma çizgisinde yükselen bu cepheler, hızla büyüyen kentin barınma, dolaşım, iletişim (posta-telgraf), finans (banka), eğlence ve temsil ihtiyaçlarını tek sahnede karşıladı; bu yüzden “temel atışı” ve “açılış” gibi sembolik anlar tek bir binaya değil, yıllara yayılan bir şehirleşme ritmine dağılır. Yine de Wilaya’nın 1937’deki resmî açılışı ve Postane’nin meydandaki ilk bina oluşu, modern Kazablanka’nın “başlangıç notaları” olarak anılır. Bu sokaklardan Jean Reno ve Gad Elmaleh gibi isimler geçti; doğup büyüdükleri şehirde Art Deco cepheler yalnızca bir arka plan değil, gündelik hayatın dekoruydu. Böyle bakınca “Afrika’nın Paris’i” yakıştırması bir benzetme değil, kent mekânının yüzyıllık emeğiyle hak edilmiş bir kimliktir. 7. Habus Bölgesi (Yeni Medine): Geleneksel ve Modernin Kesişimi Habus ya da yerelin söylediğiyle Habbous, Kazablanka’nın “yeni medine”si olarak 1910’ların sonunda “ne zaman, kim tarafından ve neden burada?” sorularına bir şehir planıyla cevap verir. Fransız himayesi döneminde Henri Prost’un genel planı altında, Prost’un yardımcısı Albert Laprade ile Auguste Cadet ve Edmond Brion’un geliştirdiği çizgiler 1917–1920’lerde hayata geçti; amaç, eski medinanın kalabalığını ve hijyen sorunlarını hafifletirken geleneksel bir medine tipolojisini modern altyapı ve ızgara yollarla yeniden kurmaktı. Bölgenin adı bile bu niyeti anlatır: habous/ahbâs, İslam hukukunda vakıf (dini ve hayri amaçlı, devredilmez taşınmaz) demektir; semt de bu vakıf idaresi etrafında örgütlendi. “Neden tam burada?” sorusunun karşılığı hem stratejik hem toplumsaldır: eski surların güneyindeki geniş boşluk, limana–istasyona kısa bağlar ve yeni idari çekirdeğe (Muhammed V Meydanı) yakınlıkla seçildi; böylece kentin barınma, zanaat, çarşı ve ibadet ihtiyaçları modern bir ‘örnek mahalle’ içinde çözüldü. Habus’un kalbinde iki yapı öne çıkar. İlki, bugün de fotoğraflarda sık görülen Mahkama du Pacha: Auguste Cadet tasarımı bu idari-kültürel kompleks, 1940’ların başında başlayıp erken 1950’lere uzanan aşamalı bir inşa sürecinde tamamlandı; avlulu kurgusu, zellij kaplaması, sedir tavanları ve oymalı alçı işçiliğiyle Endülüs-Mağribi estetiğini modern betonarme ile buluşturur. Yıllar içinde mahkeme, paşanın ikameti, resepsiyon salonu ve hatta kısa süreli cezaevi işlevleri görerek, “hangi ihtiyaçları karşıladı?” sorusuna adalet–idare–temsil üçlüsüyle karşılık verdi. İkinci odak, Habus’un doğu kenarındaki Kazablanka Kraliyet Sarayıdır; 1920’lerde Pertuzio kardeşlerin projeleriyle ve J.-C. N. Forestier’nin bahçe tasarımıyla biçimlenen saray kompleksi, semtin kente ve devlete açılan yüzünü oluşturdu. Bu iki yapı, tek bir “açılış” ya da “temel atma” töreniyle değil, parça parça tamamlanan bir şehirleşme ritmi içinde semti olgunlaştırdı; bu nedenle “kaça mal oldu?” diye tek bir kalem rakam vermek mümkün değildir. Bugün Habus’un sokaklarına niçin bu kadar çok kitapçı, zanaatkâr ve pazar var? diye bakan biri, semtin kuruluş amacını gündelik hayatta okur. Burası Arapça yayınların önemli kitapçılarının, hat–tezhip–ahşap oymacılığı atölyelerinin, zeytin pazarı gibi niş çarşıların kümelendiği bir kültür–ticaret dokusudur; dar kemerlerin altındaki dükkânlardan yayılan baharat ve zeytin kokusu, vakıf idaresinin semte biçtiği yaşayan “medine” rolünü sürdürür. Bu ticari–zihinsel canlılık, Habus’u yalnız bir gezi durağı değil, Kazablanka’nın dini-kültürel merkezi yapan damarların başında gelir. Habus’un doğusundaki Kraliyet Sarayı 1984’te İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine ve 1985’te II. Hasan ile Papa II. Jean Paul’ün buluşmasına ev sahipliği yaptı; bu görüşme, bir İslam ülkesinde bir papanın davetle ağırlanmasına sahne olan ilk karşılaşma olarak hafızaya kazındı. Yani Habus ve çevresi, günlük hayatta çarşı-pazarın nabzını tutarken, diplomasi tarihinde de bir sahneye dönüştü. Mahkama du Pacha’nın salonları da onlarca yıl boyunca yerel–uluslararası heyetleri ağırlayan tören mekânları ve adalet alanı olarak işledi. Habus’u gezen biri “kadın–erkek kapasiteleri” gibi bir ibadethane ölçütü ararsa, bunun tekil camiler özelinde değiştiğini görecektir: semt bir mahalle olduğu için kapasite rakamları yapıdan yapıya değişir; ancak tipik Mağribi şemada erkeklerin ana harimde, kadınların ise üst galerilerde veya ayrılmış bölümde yer aldığı düzen, Habus’un camilerinde de sürer. “Temel atma ya da açılışta bir sembol var mıydı?” sorusuna gelince: Habus’un sembolü, vakıf idaresi üzerinden örgütlenmesi ve modern şehircilikle geleneksel medine morfolojisinin bilinçli bir sentezi olmasıdır; bu, tek bir taş koyma anından çok, kolonyal dönemin ‘yerel ile moderni uzlaştırma’ iddiasına gönderme yapan uzun soluklu bir kurgu olarak okunur. Habus, Kazablanka’nın “geleneksel ile modernin kesiştiği” dediğimiz yerin somut karşılığıdır: 1917’den itibaren vakıf idaresi etrafında kurulan bu yeni medine, Prost–Laprade–Cadet–Brion imzalı planlama aklıyla zanaat çarşılarını, kitapçıları, idari yapıları ve kraliyet protokolünü bir araya getirir; limana ve istasyona yakın konumu, şehrin barınma–ekonomi–temsil ihtiyaçlarını tek bir dokuda toplamayı amaçladığını gösterir. Bugün bir ziyaretçi, zeytin pazarında tatla, Mahkama’nın avlusunda ışıkla, sarayın duvarları önünde tarihle karşılaşır; bütün bu parçalar, Habus’un “ne zaman, kim tarafından, niçin ve neden burada” sorularına kendi sakin, ikna edici cevaplarıdır. 8. Geleneksel Fas Hamamı Deneyimi Fas hamamı, kökenini Roma hamamlarına ve Endülüs’te gelişen ıslak banyo geleneğine dayandırır. 12. yüzyıldan itibaren Muvahhidler döneminde şehir planının ayrılmaz bir unsuru olan hamam, cami ve medreselerin hemen yanında kurulurdu. Amaç sadece temizlik değil; ibadet öncesi arınma, toplumsal buluşma ve sağlık için terleme imkânı sağlamaktı. Kazablanka’da bu gelenek modern dönemde de devam etti. 20. yüzyıl ortasında şehrin hızla büyüyen mahallelerinde her semte en az bir hamam yapılması, belediyelerin ve vakıfların ortak politikasıydı. Les Bains Ziani ve Solidarité Féminine. İlki, 1950’lerde açılan ve hâlâ hizmet veren modernize edilmiş bir halk hamamıdır. Buhar odaları, sıcak–soğuk havuzları ve kese masajıyla geleneksel kurguyu sürdürürken, aynı zamanda turistlere yönelik spa hizmetleri de eklemiştir. İkincisi, sosyal girişim niteliğiyle öne çıkar: kadınların ekonomik bağımsızlığını destekleyen bir derneğin parçası olarak işletilir; burada hamam deneyimi, sadece hijyen ve rahatlama değil, toplumsal dayanışmaya katkı anlamına da gelir. Kazablanka, modern gökdelenleri ve alışveriş merkezleriyle Fas’ın en batılı yüzünü temsil eder; fakat şehrin her mahallesinde hâlâ kullanılan hamamlar, halkın gündelik hayatında derin bir aidiyet taşır. Yerel halk için hamam, cuma namazından önce topluca gidilen arınma mekânı, düğün hazırlıklarının vazgeçilmez ritüeli, doğum sonrası kadınların “kırk çıkarma” geleneğini yaşadığı özel bir alandır. Turistler içinse, Kazablanka’da bir hamama girmek, sadece bir banyo değil, Fas’ın zamana direnen sosyo-kültürel kodlarını deneyimlemek demektir. Kapıdan girince önce soyunma odasında hazırlık yapılır, ardından sıcaklık derecesi giderek artan odalardan geçilir. Vücudu arındıran savon beldi (zeytin çekirdeğinden yapılan siyah sabun) ile keseleme, ardından lavanta, gül veya argan yağıyla yapılan masaj, hem bedensel hem ruhsal bir tazelenme sağlar. Geleneksel düzende erkekler ve kadınlar için ayrı saatler veya ayrı bölümler vardır; bu da hamamı bir tür sosyal kulübe dönüştürür. Kazablanka’nın hamamları, modern spa kültürüyle geleneksel İslami temizlik ritüelini birleştirir. Bir yanda turistler için lüks otel spa’larında “Maroc hammam experience” paketleri satılırken, öte yanda halkın günlük hayatında hâlâ mahalle hamamı vazgeçilmezdir. Bu ikili yapı, şehrin genel kimliğiyle de uyumludur: Batılı modernlik ile Mağribi gelenek arasındaki denge. Kazablanka’da bir hamama girmek, şehrin gökdelenlerinden daha kalıcı olan bir kültürel mirasa dokunmaktır. Buhar odalarının sıcağında terlerken, sadece vücudunuz değil, yüzyılların süregelen bir ritüeli de sizinle yeniden canlanır. Les Bains Ziani’de kese yaptırmak ya da Solidarité Féminine’in kadın dostu ortamında sosyalleşmek, ziyaretçiye “neden burada, neden şimdi?” sorusunun cevabını yaşatarak verir. 9. Merkez Pazar (Marché Central): Şehrin Kalbi Marché Central, Fransız himayesi döneminde, 1917’de hazırlanan Henri Prost’un genel şehir planının parçası olarak 1920’lerin başında inşa edildi. Prost’un asistanı Albert Laprade, Kazablanka’yı modern bir liman kenti olarak yeniden şekillendirirken, kentin gıda ihtiyacını karşılayacak merkezi bir pazar yeri öngörüyordu. 1922–1923 yıllarında tamamlanan bu yapı, hem yerel halkın alışverişini düzenlemek hem de limanla şehir merkezi arasındaki ticareti hızlandırmak için kuruldu. Marché Central, dairesel planlı, büyük kapılarla çevrelenmiş bir kompleks olarak tasarlandı. Ortasında geniş bir avlu, çevresinde ise balık, et, sebze, baharat ve çiçek bölümleri yer aldı. Fransız art déco üslubunun sade çizgilerini, geleneksel Mağribi kemerlerle birleştiren tasarım, Kazablanka’nın “modern ama yerel” karakterinin sembolü oldu. Yapının inşası belediye bütçesinden karşılandı; esnaf yerleri vakıf benzeri uzun süreli kiralama sistemiyle düzenlendi. Marché Central, hem limana hem de tren istasyonuna yakın bir noktada seçildi. Böylece balıkhaneler sabahın erken saatlerinde limandan gelen avı doğrudan pazara taşırken, meyve ve sebze üreticileri de hinterlandtan gelen ürünlerini bu merkezde satabildi. Bu konum, pazarı yalnızca bir çarşı değil, kentin lojistik damarlarından biri hâline getirdi. 100 yılı aşkın bir süredir işleyen Marché Central, hâlâ Kazablanka’nın günlük yaşamının kalbinin attığı yerlerden biridir. Meyve-sebze tezgâhlarının renkleri, baharat kokuları ve özellikle balık stantlarının canlılığı, ziyaretçiye şehrin Akdeniz-Atlantik kimliğini hissettirir. Fas Turizm Gözlemevi’nin verilerine göre (Annuaire Statistique du Tourisme 2015), şehirdeki gastronomi deneyimi yaşayan turistlerin %38’i en az bir kez Marché Central’i ziyaret ettiğini belirtmiştir; bu da pazarın turistik cazibesini kanıtlar. “Kültürel ve sosyal boyutlar” Marché Central yalnızca alışveriş yapılan bir mekân değil, bir sosyal sahnedir. Burada pazarlık geleneği sürer; yerel halkın gündelik hayatı, turistin meraklı bakışıyla kesişir. Fotoğrafçılar için özellikle sabah erken saatlerdeki balıkhane ve öğle vaktindeki baharat–çiçek reyonları eşsiz kareler sunar. Ziyaretçilerin sıklıkla denediği “balık restoranları” da pazarı günümüzde bir gastronomi durağına dönüştürmüştür. Özellikle pazarın içindeki küçük balıkçılarda taze sardalya veya deniz ürünleri sipariş edip, hemen yanında pişirilmiş olarak yiyebilirsiniz. Tarihî ve turistik önemine ek olarak, Marché Central birçok filme ve belgesel çekimine de mekân olmuştur. 1940’ların sonunda Fransız yapımı seyahat belgesellerinde, 1980’lerde ise ulusal televizyon programlarında Kazablanka’nın simgesi olarak gösterildi. Bugün Google’da “Casablanca Central Market” araması yapan turistler, TripAdvisor ve Visit Morocco sitelerinde bu pazarı ilk sıralarda bulur. Marché Central bir pazar olmanın ötesinde, Kazablanka’nın “günlük hayatın içindeki tarih”idir. 1920’lerde Fransız planlamacıların “şehir için gıda kalbi” olarak tasarladığı bu yapı, bugün hem yerel halkın sofrasını hem de turistin deneyimini besler. Baharat kokuları, taze balıkların sergilendiği tezgâhlar, rengârenk çiçekler ve her köşede süren pazarlık sesleri, Kazablanka’nın ruhunu anlamak isteyen herkese “işte şehir burada” dedirtir. 10. Gastronomi Deneyimi: Kazablanka’nın Sofraları Kazablanka mutfağı, kentin 20. yüzyıldan itibaren aldığı göçlerle şekillendi. Fas’ın kuzeyinden gelen Rif köylüleri, güneyden gelen Sahra tüccarları, Yahudi cemaatleri ve Fransız–İspanyol kolonyal etkiler, şehrin yemek kültürünü bir mozaik hâline getirdi. 1930’lardan itibaren Fransız himayesi altında açılan ilk balık restoranları, liman sayesinde gelen deniz ürünlerini kentin sofrasına taşıdı. 1950’lerde Maarif ve Gauthier semtlerinde açılan pastaneler, Avrupalı tatlı kültürünü yerel unsurlarla harmanladı. Balık ve deniz ürünleri – Atlantik kıyısında kurulu Kazablanka, sardalya, levrek, karides ve kalamar açısından Fas’ın en büyük tedarikçisidir. Marché Central’de sabahın erken saatinde gelen taze balıklar, şehrin kimliğini oluşturur. Baharatlar ve et yemekleri – Ras el Hanout başta olmak üzere karma baharat karışımlarıyla pişirilen tajin ve kuskus, şehirde aile sofralarının vazgeçilmezidir. Pastaneler ve tatlılar – Fransa’dan miras alınan “pâtisserie” kültürü, bademli corne de gazelle veya makaronlarla birleşerek kendine özgü bir hibrit tatlı geleneği doğurmuştur. Kazablanka hem Atlantik’in en büyük limanına sahiptir hem de iç bölgelerden gelen tahıl, sebze ve et ürünlerinin kesişim noktasındadır. Yani gastronomisi, hem deniz hem kara ürünlerinin buluştuğu bir sofraya dayanır. Kazablanka mutfağı, ONMT (Office National Marocain du Tourisme) verilerine göre, ülkeye gelen yabancı turistlerin %42’si tarafından özellikle deneyimlenmek istenen unsurlardan biridir. [Annuaire Statistique du Tourisme 2015] verilerinde, Kazablanka’daki restoran harcamalarının ülke ortalamasının üzerinde olduğu kaydedilmiş; bu da kentin iş seyahatleri ve yerli–yabancı turist trafiği nedeniyle gastronomi merkezine dönüştüğünü gösterir. “Kültürel ve sosyal boyut” açısından, Kazablanka yemekleri sadece damak tadı değil, toplumsal ritüelleri de yansıtır. Cuma günleri geleneksel kuskus, iş çıkışı balık restoranlarında toplu yemekler, ramazanda hurma–harira çorbası sofraları kentin sosyal dokusunun parçalarıdır. Modernleşen kentin gökdelenleri arasında, Les Frères Gourmets gibi şık restoranlarda “fusion cuisine” örnekleri çıkarken, derme çatma balıkçılarda kömür ateşinde pişmiş sardalyaların etrafında oturan kalabalıklar, şehrin çok katmanlı kimliğini gözler önüne serer. “Turizm ve popüler kültür boyutu” da önemlidir. TripAdvisor ve Visit Morocco rehberlerinde Kazablanka gastronomisi, özellikle Marché Central’deki balık restoranlarıyla öne çıkar. Ayrıca “Rick’s Café” adlı mekân, Hollywood’un Casablanca filmine atıfla kurulmuş bir restoran olup, turistlerin şehirdeki popüler gastronomi duraklarından biridir. Bu da yemeğin sadece bir beslenme değil, kültürel deneyim ve “film hafızasıyla bağlantılı bir turizm ürünü” olarak işlev gördüğünü gösterir. Kazablanka’nın sofraları şehri tanımak için eşsiz bir anahtardır. Liman balıklarının tazeliği, baharatların yoğunluğu, Avrupa etkili pastanelerin tatlı çeşitliliği ve tüm bunların çevresinde dönen sosyal ritüeller, ziyaretçiye sadece “yemek yemek” değil, şehrin kültürel DNA’sını tatma fırsatı verir. Burada bir tajin ya da sardalya tabağına oturan kişi, aslında şehrin tarihini, göçlerini ve kozmopolit ruhunu da sofrada deneyimler.   Kazablanka’ya Ne Zaman Gitmeli? Kazablanka’nın iklimine bakmak gerekir. Atlas Okyanusu kıyısında yer alan şehir, Akdeniz ile Atlantik ikliminin kesiştiği ılıman bir havaya sahiptir. Ortalama sıcaklık kışın 12–16 °C, yazın ise 22–27 °C arasında değişir. Bu nedenle, Fas’ın güneyindeki sıcak Sahra şehirlerinden farklı olarak, Kazablanka yılın her döneminde rahat bir seyahat deneyimi sunar. İlkbahar (Mart–Mayıs) dönemi, baharın taze esintisi ve çiçeklenme ile şehri keşfetmek için idealdir. Özellikle sahil şeridi ve kafe terasları bu mevsimde dolup taşar.Yaz (Haziran–Ağustos) aylarında Atlantik’in serinletici rüzgârları sayesinde sıcaklık hiçbir zaman bunaltıcı düzeye çıkmaz; bu da sahil yürüyüşleri ve plaj keyfi için uygun bir dönem yaratır.Sonbahar (Eylül–Kasım) dönemi, deniz suyunun hâlâ sıcak olduğu ama turist yoğunluğunun azaldığı bir dönemdir. Fotoğrafçılar ve gastronomi tutkunları için bu sezon adeta altın zamandır.Kış (Aralık–Şubat) ise şehrin kültürel yüzünü keşfetmek için biçilmiş kaftandır. Yağışlı günler olsa da, müzeler, çarşılar ve hamam deneyimi bu mevsimde ayrı bir cazibe taşır. Kazablanka, modern gökdelenleriyle iş seyahatlerine ev sahipliği yaparken, aynı zamanda geleneksel çarşıları ve tarihi sokaklarıyla kültürel bir kaçış sunar. Direkt uçuşlarla Türkiye’den kolay ulaşılabilmesi, onu dört mevsim cazip bir destinasyon hâline getirir. Kazablanka Atlantik’in serin esintisini, Fas’ın sıcak kültürüyle buluşturan eşsiz bir şehirdir. Bizim derlediğimiz bu 10 özel aktivite, şehri hem ilk kez göreceklere hem de yeniden keşfetmek isteyenlere kapsamlı bir rehber sunar.
Devamını Oku

1 kayıttan 1 - 1 arasındaki kayıtlar gösteriliyor
Mesajlar {{unread_count}}
... ile mesajlaş {{currentConversation.display_name}}
{{chat.display_name ? chat.display_name[0] : ''}}

{{chat.display_name}}

Siz: {{chat.last_message.content}}

{{chat.unread_count }}